21 Aralık 2012 Cuma

Başarılı alt bakımı için 7 Sır :



Henüz tuvalet eğitimine başlamadık. Biz hala alt değiştirmedeyiz. Muhtemelen bir 6 ay daha böyle takılacağız. Bu yazıda size uzunca bir süredir tecrübe ettiğim alt değiştirme ve temizliği konularında bildiklerimi paylaşacağım. Tuvalet temizliği konusunda size muhtaç olacak bebeğinizin sağlıklı olması için altının temiz ve kuru olması çok önemli.  Beslenme ve uyku düzenine de etkileyebilecek bu konudaki sağlıksız bir sonuç tüm ev halkının huzurunu kaçırabilecek düzeye gelebilir.
İşte başarılı alt bakımını için 7 sırrı
1.      Üşenmeyin, ertelemeyin, vazgeçmeyin. Bu mottoyu üniversitede dağcılık kulübüne gittiğim de öğrenmiştim. Bebeğiniz kaka yaptıysa, size söylenecek ilk sözüm bu  olacaktır. Bebeğinizin  alt bakımının, ilk aylarda ortalama günde 7-12 civarında olması beklenebilir. Büyüdükçe bu miktarlarda azalma olacaktır. Kızım şu anda 18 aylık ve ortalama 1 yada 2 kere yapıyor. Eğer bebeğinizin cildinde bozulma, pişik veya pişiğe gidiş gibi bir sorun yoksa kaka yapmadığı sürece bez daha uzun süre kalabilir. Fakat kaka varsa en kısa sürede temizlenmedir.
2.      Az kimyasal barındıran ürünler kullanın.  Hazır bezler, ıslak mendiller annelerimizden bugüne işimizi kolaylaştırdıysa da aslında bebeklerimizi kimyasallarla oldukça erken tanışmalarına da olanak sağladı. Bu yüzden özellikle evde ıslak mendil yerine, ıslatılmış pamuk kullanın. Göz makyajı temizlemek için olan disk pamukları küçük bir pet şişede sakladığım kaynatılmış suyu kullanarak ıslatıyorum ve ıslak mendil yerine evde bunu kullanıyorum. Dışarda ıslak mendil mecburen kullanılıyor ama evde en azından bu yöntem işe yarıyor.  Kız bebeklerde idrarın çıktığı yer ile dışkının çıktığı yer birbirine çok yakın olduğu için idrar yolu enfeksiyonlarının görülmesi erkeklere göre daha fazla imiş. Kakanın idrar yoluna bulaşmasını önlemek için kızlarda silme işleminin idrar yolundan anüse doğru, yani ön taraftan arkaya doğru yapılması gerekiyor. Tabi işlemi tek bir hareket ile yapılmalı, kirli pamuk/mendil özellikle bu bölgede bir daha silme işlemi için kullanılmamalı ve atılmalı. Vajina girişi ve küçük dudaklar arasında kalan kakalar unutulmamalı, bu bölge nazikçe ama mutlaka temizlenmeli.

3.      Her kakadan sonra yıkayın. Muhakkak her kakadan sonra poposunu yıkayın. Yıkarken her seferinde sabun kullanmayın.  Ne demiştik ne kadar az kimyasal o kadar iyi. Çok yapışkan durumlar haricinde zaten öncesinde ıslak pamukla sildiğim için sabun kullanmıyorum. Tabi suyun ısı ne çok soğuk ne çok sıcak olmalı. Küçük bir maşrapa su yetiyor da artıyor bile. Sonrasında ince bir tülbent ile her tarafının kurulayın ki ıslak kalmasın. Haa tabi bir de ellerinizi yıkamayı unutmayın!

4.     Pişik kremi seçimini doğru yapın. Biz desitin kullanıyoruz. Maviyi önlem olarak, moru işler kötüye gitmeye başladığında kullandık. Yaklaşık fiyatı 20’şer TL. İnternetten hep en ucuz neredeyse oradan aldım. Ama 6 ay felan kullanılıyor. Çok fazla sürmemek ince bir tabaka olarak sürmek önemli. Bir de her bez değiştirdiğimizde de sürmedik. Arada cilt kendi kendine kalsın dediğim zamanlar da oldu. Mor desitinde çinko oranı %40 diyor, eczanede de satılan benzer ilaçlar var.
Şahane krem desitin mor, pişik tedavisinde çok işe yaradı.

Desitin maviyi ise durum kötüleşmeden önleme amaçlı kullandık

5.      İhtiyacınız olan herşey elinizin altında olsun. Bez, pamuk, su, pişik kremi…  Bütün malzemeler önceden hazırlanmış ve hemen elinizin altında kolayca ulaşabileceğiniz bir yerde olsun. Bezleri torbasından çıkartıp bir sepet içine koymak işe yarıyor. Ben doğumda annemin aldığı bebek çikolatalarının olduğu sepeti kullanıyorum. Pamuk, su (küçük bir pet şise içinde) ve krem içinde bir çengele bez torba astım. Onun içinde bulması kolay oluyor. Alt değiştirme için hep aynı yeri kullanıyorum. İlk başta çok kez değiştirmek gerektiğinde sepeti evde gezdirip duruyordum. Değiştirme işlemi yaptığınız yerin bebek açısından güvenli olması çok önemli. Bir süre sonra kendi kendine dönmeye başlıyorlar ve gözünüzü bir an için ayırmanız yetiyor.  Ev kazalarının önemli bir kısmının alt değiştirme sırasında malzeme temini veya kirli bezleri atmak için  yalnız bırakılan bebeklerin düşmesi sonucu oluştuğunu okumuştum. Aman dikkat !!! .

6.   Onun rızasını alın. Doğduğundan beri ben hep ona “altını değiştirelim mi?” diye sordum. İlk başta elbette anlamıyor. Ama sonrasında anlamaya başlayınca çok işe yarıyor. Böylece onun rızası olmadan ona dokunmamış oldum. Şu anda önemli görünmese de gelecekte kişisel mahremiyet kavramını öğretirken önemli olacağını düşünüyorum. Bir de biraz büyüyüp, anneye karşı gelmeye başlayınca onu zorlamadan konuşarak altını değiştirmeye ikna edebilirmişim gibime geliyor. Yoksa bu iş bile sorun haline gelebiliyor.
7.   Oyun oynayın. Bence her an olduğu gibi bu anda oyun haline dönüştürülebilir. Cee-eee yapın, şarkı söyleyin, ona oynayacak bir oyuncak verin (mesela su dolu pet şişeyi, kremi vermeyin ağızlarına alıyorlar), oyuncak hakkında konuşun, kahkahalar atın, gıdıklayın. Sonuçta bu ona dokunmak ve onu sevmek için iyi bir bahane…J

11 Aralık 2012 Salı

Bebeğinizi uyutmak için Garantili 5 Strateji



Her annenin kendi doğruları vardır, uyku, yemek, oyun her konuda bir doğrumuz illaki var. Aşağıdakiler de benim doğrularım.  Ama okumaya başlamadan önce şunun altını çizmekte fayda var: Çocuğun ve annenin uygun zamanını kollayıp,  kendi kendine uyumasını sağlamak  mümkün ama bu alışkanlığın çocuğun geri kalan ömründe de süreceğinin garantisi asla ve asla yok…Bunu duymak üzücü değil mi? Hele uykusuzluk problemi yaşayan bir bebeğiniz varsa yani uykusuz anneler kulubune üyeyseniz.

Bence her bebeğin ana ihtiyacı uykudur.  Düzgünce uyuyabilen bir bebek iyi yer, iyi oynar  ve iyi büyür. Bebek gelişimi tam beklenildiği gibi olur. Bu yüzden bebeğimize uyku uyumayı öğretmemiz gerekiyor. Tıpkı kaşık çatal tutmayı, oyuncaklarıyla oynamayı öğrettiğimiz gibi. Son olarak bir şey daha belirteyim aşağıdaki yollar  ilk 3 ayı için geçerli değildir. ilk 3 ayda  her şekilde uyutmak mümkündür.  Bu dönemde düzensizlik düzendir ve bebek hiçbir alışkanlık edinmez. Nasıl rahat ediyorsa öyle uyutmak gerekir.

Eveet gelelim garanti 5 yola:


  1. Kesinlikle bir rutin oluşturun. Bunu herkes tavsiye ediyor, özellikle “Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Çözümler” kitabında belirttiği gibi Tracy Hogg ( http://www.idefix.com/kitap/bebek-bakim-sorunlarina-mucize-cozumler-tracy-hogg/tanim.asp?sid=E1SDEYCG2B2BI41NCZ2G)
Dediğim gibi bence her bebeğin ana ihtiyacı uykudur.  Düzgünce uyuyabilen bir bebek iyi yemek yer, iyi oynar  ve iyi büyür. Bebeğin tüm ihtiyaçları kapalı bir devre  şeklinde denge içindedir.  İyi yiyen bebek huzurlu olur, huzurlu bebek iyi yer, karnı tok ve huzurlu bebek kolayca uykuya dalar.  Bu yüzden bebeğin iyi gözlemlenmesi ve her ihtiyacının öngörülüp, arıza çıkartmadan, zamanında tatmin edilmesi gerekir. Bu tahmin işi de ancak bir rutin oluşturularak yapılır. Zaten siz istemeseniz de genelde bebeklerin hep aynı saatte uyunma, yemek yeme ve hatta kakalarını yapma eğilimleri vardır.  Bu eğilimleri gözlemlemek yetecektir.

  1. Kundak yapın.  Kızım 18 aylık hala özellikle gündüz uykularında kundak yapıyorum. Tabi ki bacaklarını saracak kadar sıkı bir kundak değil ama ellerini özellikle kundak içine alıyorum. Bunu zorla yapmadım hiçbir zaman. Eğer itiraz ediyorsa bırakıyorum ama etmiyorsa bu yöntem her zaman işe yarıyor. Daha küçükken daha sıkı yapıyordum ama aylar geçtikçe daha az sıkı kundak işe yarıyor. Biz sonuçta kundak ile büyüdük,  yüzyılların tecrübesi var bu kundak işinde.  Sıkı sıkı sarılı olmak muhtemelen anne karnında olma duygusunu tekrar yaşatıyor. Bu da onlara huzur veriyor.

  1. Gözlerini kapayın. Bazı anneler beni çok eleştirebilirler ama ben herhangi bir sakınca görmüyorum ve hatta herkese tavsiye ediyorum. Kızım 5 aylıkken dışarıda pusetinde çok uykulu bir şekilde gözleri açık duruyordu. Bir arkadaşım bak şimdi nasıl uyuyacak dedi ve şapkasını gözlerine indirdi. Minik kuşum anında uykuya daldı.  Çok uykusu var ama gözlerini kapamayı bilmiyor.  Onu dışarıdan izole edecek bir şeye ihtiyacı var.  Ben de eve geldiğimde bakındım ortalığa ve THY’nın bir uzun uçuşunda verdiği uyku setini buldum. İçinden genişçe bir göz maskesi çıktı. Onu kenarlarından kısaltarak kızıma maske yaptım. Halen özellikle gündüz uykularında bu maskeyi kullanıyoruz. Gece uykusunda da takıyorum bazen. O canı istemezse çıkartıyor. THY’nınkini kaybettik yerine aldığımızın da lastiği iyice yavşadı. Yani herhangi bir tehlike arz etmiyor ama ben uykuya daldığında çıkartıyorum.  Dışarıda, arabada, evde her zaman çok işe yarıyor. Karanlıkta uyumanın da yararlı olduğunu söylüyorlar. Ha bunun riski nedir? Buna bağımlı olması olabilir. Ama gerçekten çok uykusu geldiğinde maskesiz de gayet rahat uykuya dalıyor. Bezen yanımda yoksa ve dışarıdaysak gözlerinin üzerine örtülecek herhangi bir mendil parçası da aynı işe yarıyor.  Hem bağımlı olsa da kötü bir şey değil.  Erişkin insanlar da takıyorlar maskeyi.
  2. Ses çıkartın. Bebeklerin birden fazla  konuya aynı anda odaklanmaları mümkün değil.  Mesela kakasını yapan bir bebek biberon emmeyi kesecektir çünkü ikisine birden yapması mümkün değildir. Bu mantıktan hareketle her zaman uyguladığınız uyku ritüelini uygulayıp bebeği yatağına yatırdıktan sonra dikkatini dağıtmanız yeterli olacaktır. Ninni en güzel ses çıkartma yöntemi. Çünkü bebeği rahatlattığı kadar anneyi de rahatlatıyor. Şarkı söylemek güzel bir şey, hem de sesinizi sorgulamayan ve pek beğenmiş gibi duran bir minik bebeğe karşı söylemek çok daha güzel.  Ayrıca yatağın tahtasına vurabilir  ya da şiiiişt piiişt gibi sesler çıkarabilirsiniz.  Annelerimizin uyguladığı gibi bebeğin poposuna yada sırtına  pıt pıt vurarak da ses çıkartabilirsiniz. Bu şekilde temas da sağlanacağı için pek hoşlarına gidiyor.
  3. Bebeğimin uyumasına yardımcı olan uyku gözlüğü
    Arabada uyurken de çok işe yarayan uyku gözlüğü
  4.  Gece emzirmelerini kesin. Özellikle 6 aydan sonra katı gıdaya geçmeleriyle birlikte gece emzirmemeye çalışın.  Kesinlikle açlıktan ölmez.  Aksine iyi uyuyacağı için daha iyi yer. Daha çabuk büyür.  Bebeğinizin gelişimi tam da istenildiği gibi olur. Sizin olduğu gibi onunda uykuya ihtiyacı var. Emzirmeye devam ettikçe ona uykusunun bölünmesi için sürekli bir bahane vermiş oluyorsunuz.  Gündüz daha iyi yiyecektir. Uyanırsa su vermek mantıklı, bazen boğazları kurumuş oluyor. Su iyi geliyor. Zaten zamanla da su için uyanmaya değmediğine ikan oluyorlar

3 Aralık 2012 Pazartesi

Çocuğunuza Yemek yedirirken yapılmaması Gereken İlk 10



Bebeğin beslenmesi bebek gelişimi için en önemli unsurlardan biri olduğu konusunda herkes hem fikir. 
Tüm anneler gibi ben de ay ay bebek gelişimine takmış durumdayım. Ne yerse gelişimi nasıl olur? 
Yemeli ki büyümeli ama bebeklere yemek yedirmek ne kadar zordur herkes bilir. Kaşıkla arkasından koşulan bir bebek, her tarafı püre içinde, ağlamaya ramak kalmış bir anne.Bu endişe ve çaba zamanla da azalmıyor. 

"bebeğim yemek yemiyor ne yapmalıyım?" sorusu yaşla birlikte büyüyor ve 

"çocuğum yemek yemiyor ne yapmalıyım?"a dönüşüyor.  


Kızım 18 aylık. 13 ay emzirdim.  İlk 6 ay sadece anne sütü aldı. Sonra parçalı olarak ek gıdaya geçtik. Önce meyve ve yoğurt, sonra yavaş yavaş sebze, bakliyat, et, tavuk, balık. Yazın ishal olduğu zaman dışında kilosu hep %50’nın üstünde bir bebek oldu.  Şu anda kendi kendine yemek yiyebiliyor.  Yaklaşık 16 dişi var. Ceviz, badem gibi kuruyemişten tutunda, çorba gibi sulu şeyleri bile kendisi kaşık, çatal ya da elli ile yiyebiliyor. Çok yakın bir arkadaşım 18 aylık olana kadar oğluna blenderda püre yaptığı yiyecekleri vermiş.  Çocuk şu anda 5 yaşında olduğu halde hale annesi yemek yediriyor ve çok az yemek yiyor.  Buradan yola çıkarak işte yemek yedirirken yapılmaması gereken İlk 10


1.     Asla benim az önceki paragrafta yaptığım gibi başkalarının çocukları ile kendi çocuğunuzu kıyaslamayın. Her çocuk birbirinden farklı, kendi karakteri ile dünyaya geliyor. Siz nasıl arkadaşınızdan farklıysanız o da arkadaşınızın çocuğundan farklı
2.      Asla çocuğum şunu yemiyor diye genelleme yapmayın. Bugün bunu yiyen yarın yememeye başlıyor, yada ağzına koymadığı bir şeyi ertesi günü şapur şupur yiyor.
3.      Asla zorlamayın. Sadece teklif edin yemiyorsa zorlamayın. Bunu söylemek kolay, yapmak çok zor biliyorum.  İnsana bir kaşık daha yedirmek için korkunç bir hırs geliyor.  O kaşığı yedirmek o kadar önemli oluyor ki, sanki yemezse hayatta büyümeyecek gibi öyle bir duygu kaplıyor ki içimi bırakamıyorum.  Ama zorlamak kesinlikle çok daha fazla sıkıntıya sebep oluyor. Her anne  “Çocuğum Yemek Yemiyor (Israr Etmeyin, Birlikte Eğlenin)Carlos Gonzalez” kitabını okumalı ve hatta her 3 ayda bir tekrar okumalı.  Israr konusunda yardımcı oluyor. (http://www.idefix.com/kitap/cocugum-yemek-yemiyor-carlos-gonzalez/tanim.asp?sid=K4DFE0ZENY0Y2GNLTLK2)
4.      Asla “ay ortalık battı” diye düşünmeyin. Bırakın batsın, çocuğunuza kendi kendine yemek yemeyi öğretmenin tek yolu bu. Koyun önüne ne yiyecekse 1/3’u dökülecek ama 2/3’unu bir şekilde yiyecek. Serin altına bir bez, yemekten sonra çırparsınız olur biter yada şarjlı kablosuz dikey süpürgeler var. Paraya kıyıp onlardan bir tane alın. Asla pişman olmayacaksınız. (Bizde bu var:
5.      Asla takıntı yapmayın. “Ay bu gün protein grubundan bir şey yemedi” diye uykularınızı kaçıracağınıza “bu hafta ne yedi?”ye konsantre olun.  Dünyada milyonlarca çocuk çok az proteinle hayatta kalıyor.  Sakın olun.
6.      Asla gözlemlemeden kalıplarla konuşmayın.  “Su içerse şişer yemek yiyemez” Nasıl bir yalan, kendinizi düşünün susuz yemek yiyebilir misiniz? Boğazınız kuruyken yutabilir misiniz o makarnaları?  Çocuğunuzu biraz gözlemek neyin doğru olduğunu gösterecektir size.  Başka bir örnek benim kızım bulamaç şeklindeki kahvaltıyı hiç yemedi, ret etti.  Ama tosta bayılıyor.  Çünkü sert şeyler dişlerini kaşıyor ona iyi geliyor. Ben de bulamaç kahvaltıya koyacağım herşeyi tostunun içine koyuyorum. Aynı şeye denk geliyor.  Anneme göre ise bebek dediğin bulamaç kahvaltı yer.
7.      Asla çok ciddiye almayın. Yemek yemek zevkli bir şey değil mi? Hep birlikte masaya oturmak, günün kritiğini yapmak,  gülerek, eğlenerek yemek yemek.  Eee o zaman püre yapılmış sebze ağzına tıkıştırılan çocuk nasıl eğlenebilir ki? Bırakın biraz döksün, oyuncaklara bulaştırsın, mama sandalyesinin tepsisine resim yapsın.  Eğlensin ama siz de eğlenin. Bir daha bu kadar küçük olamayacak.
8.      Asla aşırı korkmayın. İnsan ırkı 7 milyara ulaşmış durumda.  Eğer her katı gıdaya başlayanın  ilk lokması boğazına takılıp ölseydi sizce 7 milyara ulaşabilir miydik?  Bebekler kendilerini kurtarmayı çok iyi biliyorlar. Bırakın öksürsün,  sırtına vurun. En kötü kusar ama eninde sonunda kendini kurtarır.  (Ama tabi ilk yardım olarak katı cisim kaçması halinde ne yapmanız gerektiğini  öğrenin  mesela bu linke bir bakın http://www.bebekdoktorum.com/index.php/acil/boulma.html)
9.      Asla kendi damak tadınızı ona dayatmayın. Siz kereviz yemiyor olabilirsiniz ama ona bir şans tanıyın. Yada siz kerevizi pişmiş seviyor olabilirsiniz ama o çiğ sevebilir. Bu şansı da vermek lazım.  Dişleri kaşındığı için sert şeyler hoşlarına gidiyor. Bırakın çiğ yesin sebzeyi…
10.   Asla tuzlu, şekerli, koruyucu içeren işlenmiş gıdalar vermeyin. O daha çok küçük maruz kaldığı kimyasal vücut kitlesiyle oranlandığında çok fazla. Muhakkak  tuzlu, şekerli, koruyucu içeren işlenmiş gıdalar yiyecek ama biraz büyümesine zaman tanıyın.  Zamanı gelecek.

"Çocuğum yemek Yemiyor" , Yazan: Carlos Gonzales, her 3 ayda bir her annenin tekrar tekrar okuması gereken kitap


29 Kasım 2012 Perşembe

Yeni tutulma, eski tutulma karşılaştırması



  • Sen kendini ne kadar enerjik hissedersen hisset yada ruhun ne kadar genç olursa olsun,  metal yorgunluğu gibi bir vücut yorgunluğu var. Kemikler, kaslar ve spazmlar 25-30 yaşındaki gibi değil. Hamilelik sonrası hele hiç değil.



  • "Ay belim, belim" deyip devrilip TV karşısına yayıldığın eski tutulmuşluklar  tatlı birer anıya dönüşüyor. Zira evde her daim, ilgi, sevgi, yemek, banyo vs bekleyen bir minik yaratık oluyor.


  • Eskiden  “ay yatakta dönmek çok zor” derken resmen kapris yapıyormuşum.  Bu seferki tutulmayla yatakta dönmeye acılı inlemeler ve kalça kemiklerindeki can yakıcı ağrılar eşlik ediyor.


  • “Ay eğilemiyorum, ayakkabımın bağcıklarını bağlar misin hayatım?” cümleleri acıklı birer gülümseme eşliğinde anımsanıyor.  Yerini “kızım bir sabit dur, zaten zor eğiliyorum ayakkabını giydirmek için” cümleleri alıyor.


Daha yazayım mı? Yok yok yazmiiim…

27 Kasım 2012 Salı

Bel ağrısı baş belası...

Önce ince bir sızı olarak başlıyor, sonra gittikçe şiddetleniyor ve en nihayetinde nefes bile almada zorlanıyorsunuz. Bu birinci geliş şekli. Yada bir gün bir şey yapıyorsunuz hep yaptığınız bir şey, yerden terlik alırken, havluya yüzünüzü silerken, arabada dikiz aynasına bakarken, herhangi bir ufak bir hareket, tak acıdan kımıldayamaz oluyorsunuz. Artık en yakın acil size yardımcı olabilir. Önce film, emar vs vs, sonrasında gelsin kas gevşetici iğneler, sonra uzun bir yatak istirahatı... Çabucak geçiyor mu? hayır, 45 gün yattığımı biliyorum. Peşine uzun bir fizik tedavi süreci... Elektrik vermeler, ışıkla ısıtmalar, masaj ama çözmüyor, çözülemiyor haa arada sizi ameliyat etmeliyiz diyen doktorlarla mücadele de var.

Sokaktan geçen insanları çevirip Emar çeksek her 10 kişiden 8'inde bel yada boyun fıtığı vardır ama henüz farkında değillerdir diyor bir tanesi. Nedir bu fıtık peki? Kısaca Omurların arasından pörtleyen jelatinimsi sıvının sinirlere baskı yapmasıdır. Tip müspet ilim değil mi kardeşim? Nasıl aynı Emar'a bakan 4 ayrı doktor 4 ayrı şey söyler? "Hemen ameliyat olmalısınız, biz bel fıtığı olan hastalara ço az ameliyat deriz ama siz kesin olmasınız", "Ameliyatla hiç alakası yok, olsanız da bu ağrılar geçmez sadece dinlenmelisiniz , "Evet ameliyat çözüm olabilir", vb vb.

Kime inanacaksınız? zaten yürüyemiyor, konuşamıyor, nefes bile alamıyorsunuz. Kime inanacaksınız? Ben ameliyatsız çözüme inandım.

Ama evde eskisi gibi değil hiçbirşey: İlgi sevgi, şefkat bekleyen bebek var bebek !!!

26 Kasım 2012 Pazartesi

Neydi bu kadar zor olan?

Nazar değmesin diye :)
Hayatın kendisi zordu.  Yeni anne olmaya adapte olmuşken yoğun iş yaşımına eklenmiş sağlık problemleri...

Özellikle de bel ve boyun ağrıları... Hamilelik, emzirme, koşuşturmalarıma yorduğum yaklaşık 3 yıldır süren bel ve sırt ağrılarım vardı. Sabah yorgun kalkıyor, ayakta durduğumda belim fena halde ağrıyordu. Belki de özellikle hamilelik sonrası kucakta taşıma şımarıklarına yüz vermem
süreci hızlandırdı. Daha öncede benzer teşhisler koymuşlardı. bel fıtığı, boyunda düzleşme vs vs... Şikayetlerim artı artı ve en nihayetinde yatak yorgan yatmak zorunda kaldım. Evde yeni yürümeye başlayan kızımla bu yatak serüveni ne kadar zor oldu tahmin edilebilir. 

Ama aştık işte hepsini. Nasıl olduğunu anlatacağım...

19 Kasım 2012 Pazartesi

Blog yazma işi, annelik ve yeni ufuklar...

Bu blog yazma işi ne zor işmiş, sabır ve motivasyon hiç eksik olmamalı. Her zaman hazır ve nazır olmalısın. Vaktini ona göre ayırmalı ve gereğini yapmalısın. Sevgiyle, sabırla devam etmelisin. Aynı bebek bakımı gibi. Aynı anne olmak gibi. Gerçekten şu kısa dönemde öğrendiğim en büyük şey sabırlı olmak. Oysa gerçekten çok sabırsız, tez canlı bir insanım.  Herşey çabucak olsun isterim, sokakta hızlı hızlı yürürüm, hep çok seri konuşurum, yemeği bile motor takmış gibi yiyorum. Bu kadar hız hem çok işime yarıyor, hemde beni zorlayan başka sorumlulukları üstüme almama...Blog yazma işi de bunlardan biri. Hızlı hızlı yazayım tüm duygularımı, yaşadıklarımı istiyorum. Ama yeterli sabrım var mı? Geçen aylarda yoktu işte... Herşey çok hızlıydı ama benim sabrım ve motivasyonum yoktu. Şimdi herşey düzeldi. Artık bekleyin beni...
Yeni ufuklara yelken açmışım...

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Taze blogculuk ---

Valla ne diyordum ilk başta, her gün bir şeyler yazarım, içimden geldiğimce... Aman bir baktım son 1 ayda hiç birşey yazmamışım. Ne zormuş her gün yazmak? Şimdi daha iyi anlıyorum neden gazetelerdeki, köşe yazarlarına bu kadar para verildiğini... Yaz yaz gene yaz valla bravo.

Annelikle full time bloggerlik mümkün değilmiş zaten. Ben kızımın hep böyle uslu uslu bir köşede oturuup oyuncakları ile oynayacağını hayal etmiştim. Meğer ne yanılmışım. Gittikçe daha fazla hareket, gittikçe daha çabuk tükenen bir anne...Hele bunun daha başlangıç olduğunu düşünürsek vay halime...


Bebekler ve doğa

Geçen hafta hava şahaneydi 11 aylık kızımla çimlere yattık. O kadar mutluydu ki,  toprağa basmak, açık havada olmak, rüzgarı teninde hissetmek yüzünde güller açtırdı. Şimdi 11 aylık bebek bile bunu hissedebiliyorsa biz nasıl bu kadar soyutlarız kendimizi? Soyutlayamıyoruz ama herşeyi çarpıttığımız gibi bunu da çarpıtıyoruz.

Günümüzün şehirleşmiş ve çirkinleşmiş günlük yaşamında doğaya çok güzelleme var. Özellikle annelik literatüründe, "doğa" kutsal bir kelime. Doğada olmak, doğayla ilişik ebeveyn olmak, doğal beslenmek vs vs...Neredeyse "doğa" ayrı bir nesne.

Doğada olmak istiyoruz ama tüm şehir konforumuzla birlikte. Yani imkansızı istiyoruz.

4 Nisan 2012 Çarşamba

Film Festivali ve Annelik

İstanbul'da bahar benim için film festivali demektir. Kanım kaynar festival başladığında, sanki aşık olmuşum gibi yanaklarım al al olur filmleri düşününce... Günde 4 tane film seyredebilirim. 2. haftanın sonunda her şey birbirine girmiştir, sanki yerde alt yazı vardır da ben üstünden atlayarak hatta uçarak geçerim. Beyoğlu'nun festival kalabalığı farklıdır. Her zamanki İstiklal Caddesi değildir işte. Ellerinde programlarıyla karşılaşınca kendiliğinden sohbetler gelişir. En çok hangisini beğendiniz diye başlayan. Her sene yüzlerce film günde 5 filme gitsek bile 2 haftada ancak 70 film izleyebiliriz. O yüzden seçici olmak lazım. Tavsiye bu konuda şahanedir.

Ha bir de kokusu farklıdır festival günlerinde Beyoğlu'nun, havadaki taze bahar kokusu, sinema salonlarının ( Ahh Emek ahhh) tozuna bulanmıştır. Film aralarında gittiğim Lades'teki yemek kokusu, sokaklarda kahve kokusuna karışmıştır. Candır Film Festivali can. Kışın sonu demektir. İstanbul'da yaşamak ne güzel dedirtir.

Geçen sene hamileliğimin son 3 ayında yattığım için gidemedim bir tane bile filme. Bu sene ise 4. günde 3 film görebildim. Kızım uyurken yada babası ile birkaç saat takılırken arada koşarak gidip geliyorum. Davetiye gişesindeki bayanı tanıyorum. Kızımı soruyor. "Evde" diyorum. "Kim bakıyor?" "Babası..." Sanki biraz ayıplıyor beni. "Ne var bu filmde" diyor sanki "bırakıp gelmiş minik kızı... Yazık yazık.."

Öyle mi kızımı bırakıp sinemaya gitmem kötü birşey mi? Suçluluk mu duymalıyım beni mutlu eden birşeyleri yaptığım için ? Asla değil, bu tuzağa düşmeyeceğim. Beni bu kadar mutlu eden bir etkinlikten neden kendimi soyutlayayım? Kızımla da vakit geçiriyorum, kendime de vakit ayırıyorum. Bundan gerçekten mutlu oluyorum.

Ne demiştik? Mutlu anne, mutlu çocuk...

3 Nisan 2012 Salı

Diş ağrısı

Bir insanın dişi ağrıyorsa ona hiç dokunmamak gerek. Bırakın o günü dağda bayırda koşarak geçirsin yada bir kanepede cenin pozisyonunda... Peki ama ya bebeğinizin dişi ağrıyorsa, alttan gelen basınçla etini delip çıkmaya çalışıyorsa ona ne yapmak lazım?  Henüz koşamıyor ki dağa bayıra götüreyim, kanepede sürekli yatacak sabrı da yok. Ne denersem deneyim yüzündeki ifade değişmiyor. Bebeğim acı çekiyor. Uyurken inliyor. Bir anne için daha kötü ne olabilir? Tek bildiğim geçecek olması... Milyonlarca yıldır olduğu gibi, her yeni doğan insan yavrusunda olduğu gibi...Yakında alttan gelen baskıyla dişler çıkacak. Kızım ısırmanın zevkine varacak. Kesmenin koparmanın zevkine. Ama bunlar bir tane değil ki, 20 tane süt dişleri. Sonra çok daha fazla organik madde ihtiva ettikleri için çürümeye eğilimleri daha fazla. Böyle olunca bakımı da var, fırçalanması, bir yaşından sonra geceleri süt ve benzeri şekerli sıvılar içmemesi gerekiyor. Eğer çürürse de dolgusu, kanal tedavisi vs vs...
Amanın  amanııınnn peki milyonlarca yıldır hayatta kalmayı başaran insanoğluna yakışıyor mu bu tablo? Ya  buna göre evrilseydin ya kardeşim, bu kadar zor çıkan dişlerini, çürümeden korusaydın ya... ya da bu kadar kolay çürüyorsa daha kolay çıkaydı şu dişler. Demi ama?

Biz daha 3. çıkartıyoruz, daha çok varmış...
İşte annelik budur değiil mi? Evrimini beğenmediğin atana bile fırça kaymayı hak görebilir insan kendine...


7 Mart 2012 Çarşamba

Anneysen çocuğunda sen de kamu malısın...

Su getiren damacana çocuktan tutun da yolda 30 sn'liğine size gözü takılan teyzeye kadar herkes ama herkes anneliğiniz, bebeğiniz ve sizin üzerinizde hak sahibi bu ülkede. Ona nasıl bakmanız gerektiği ve  kendinize nasıl bakmanız gerektiği konusunda herkes uzman herkes...Boyu, kilosu, dişi, saçı, başı, tırnakları, parmakları, ayakları, bakışı, yere basışı, kakası, maması, uykusu, kokusu.. Herşeyi ama herşeyi herkes bilir, uzmandır. Söylemekten hiç çekinmez. Zaten annelik endişelenmek demek. ( Beyinde insanın endişelendiğinde aktif hale gelen bölgesi anneler de çok ama çok aktif imiş) Bir de üstüne

Herhangi biri : "Bu çok zayıflamış ya son gördüğümden beri?"
Endişeli anne : Yok zayıflamadı, boyu uzadı öyle görünüyor size.."
H.B: "Yok yok kesin zayıflamış, baksana avurtları çökmüş"
E.A:  "Daha yenş Doktora götürdük kilosunda bir azalma yok, boyu uzamış"
H.B: " Ayol avurtları çökmüş, gözlerinin altı mor mor baksana, Doktordan sonra olmuştur ne olduysa, zaetn bunlar kapı deliğinden yel alırlar."
E.A: " Yaa, gözlerinin altı gerçekten de mor valla... "

Artık anneye kuruntu gelir yerleşir, internette göz altı morluğu ve zayıflamanın muhtemel hangi hastalığın belirtisi olduğu bulunur, kafayı kurcalar durur. Geceleri zaten kesintisiz uyumak yok, artık uykuya dalmakta bu kafa karışıklığı ile pek zor.

Lütfen yapmayın, karışmayın, görüş bildirmeyin...


Kolaysa bu yavruların annesine söyleyin "ay bunlar zayıflamış ayol" diye. O da sizi yesin..

29 Şubat 2012 Çarşamba

Kırmızı burunlar

Malum havalar bir öyle bir böyle.. Ortalıktada virüs, mirüs neyse onlardan dolu. Babamız gitmiş iş yerinden aldığı virüsü eve getirmiş. Bir gün yatabildi sadece. Hoop elinden hasta olma nazını niyazini aldık Bahar'la. Benim burun sanki bir çeşme aktıkça akıyor, sildikçe siliyorum. Derisi soyuldu. Bahar da ise o kadar sulu akıntı yok ama onda da burun tıkanıklığı, hırıltı, uykusuzluk, mızmızlık, iştahsızlık var. Hasta bebeği olan her yeni annenin keşfettiği ve keşfettiğine çok ama çok sevindiği şeyler var. Örneğin serum fizyolojik, örneğin otribebe denilen sümük çekme aparatı..Kim bulduysa ne şahane bir buluş yapmış öyle. Bir de tabiki ıhlamur sen ne güzel kokulu bir içeceksin. Aslında Bahar hala anne sütü aldığı için şanslıyız. Çok daha hafif geçiriyor. Anne hastalık yanında hastalığın antikorunu da veriyormuş bebeğine. Muhteşem bir mekanizma. Işın ilginç yani bu kodlama daha ben anne karnında bir hücre iken kodlanmış, aradan geçen 38 yıl sonra işlemeye başlıyor. Otribebe felan hikaye aslında asıl emziren annenin doğasına da övgü düzmek gerekiyor...



21 Şubat 2012 Salı

Evrimsel olarak

Kadınların evrimsel olarak erkeklere oranla daha gelişkin sosyal zekaları olduğunu düşünüyorum. Taa bebeklikten başlıyor bu ayrım. Sosyal sevimlilik, dile yatkınlık, sevgiyi dolaysız gösterme... Bunun kültürel olduğuna inanmıştım çok uzun yıllar. Ama her bebek öyle birbirinin aynı ki, kültürel olmasına imkan yok. Aynı yollardan geçiyorlar, Fransız bebek de önce Agu diyor, arap bebekte, İsveçli bebeğin de yemeği beğenmediğinde annenin suratına püskürtmesi aynı, Koreli bebeğinde... Herşey bu kadar aynıyken, kız bebeklerdeki kendini sevdirmeye yönelik cilve kesinlikle kültürden bağımsız...

Desmond Morris sevdiğim bir yazar. Ona göre bunun sebebi ormandan ovaya çıkan atalarımız, ovadaki etçillerle rekabet edebilmek için bir iş bölümü yapmışlar. Erkek iş birliği içinde ava giderken, fiziksel gelişimi de el ve dil becerisinden, fiziksel güce dönüşmüş. Kadın ise el, dil ve organizasyon yeteneğini geliştirerek bebekler ve çocuklar için büyümeye uygun ortamı sağlamışlar. Bunu bugün artık ovadan da ormandan da çok uzakta şehirde yaşarken oldukça net gözlemleyebiliyoruz. Kadın / anne aynı anda seksen işi bir arada yapabilirken, erkek / baba onca iyi niyetine rağmen çorba karıştırırken bir soruya bile cevap veremiyor.  Bu örnekleri çoğaltmak erkekleri kızdırabilir. Zira artık avlanmıyorlar ve yeteneklerinin kadınlarla karşılaştırılması pek de hoşlarına gitmiyor.

Kadın bir de tüm o organizasyon yeteneğinin arasına bakımlı olmayı da sıkıştırmış ya tebrik etmek lazım. Van müzesinde milattan önce 3000 yılına ait cımbız var. Kızım aynada kendini gördüğünde saçındaki tokasını düzeltmeye çalışıyor..Yani binlerce yıldır aynıyız...




20 Şubat 2012 Pazartesi

Dişler

Hamilelik ve emzirme döneminde dişler illaki zarar görüyor. Bebek anneden ihtiyacını illaki alıyor. Ama o kadar kalsiyum hapına, o kadar düzenli beslenmeye rağmen dişlerden, kemiklerden giden gidiyor. Ha birde tabi özellikle emzirme döneminde annelerimizin, kayın validelerimizin ağzımıza tıkıştırdığı kompostolar, şerbetleri tatlılar, çikolatalar...Hamilelik döneminde mide bulantısını bastırmak için hırsla çiğnediğimiz sakızlar... Tüm süreçte uykusuzluktan, yorgunluktan, eşekten düşmüş ruh halimizden dibe vurmuş bağışıklık sistemimiz... Bir de üzerine hamilelik ve emzirme döneminde diş doktoruna gidilmez deyip, ihmal ettiğimiz küçük çürükler, çatlaklar...Sonuç "her hamilelik bir diş kaybettirir"...

Gitti, gitti koskoca azı dişim gitti. Zaten kanal tedavisi yıllar önce yapılmıştı. Artık yapacak birşey yok dedi doktorum ve çok zor bir çekim süreci sonunda dişimin yerinde kocaman bir boşluk var. Ha bununla kalacak gibi de görünmüyor. İki dişime daha kanal tedavisi yapılacak, çekilen diş yerine ya implant ya köprü.

Tam da kızımın alttan iki tane dişi inci gibi parlarken, elimi ısırdığında harbiden acıtırken, elma, ekmek ne bulursa zevkle çiğneye çiğneye yemeye başlamışken...

Ama teknolojiye şükretmek lazım. Annem geçen sene pek acılı bir süreçten sonra tüm dişlerini implant yaptırdı. Artık sakız çiğneyebiliyor. Annemle kızım yeni dişleriyle mutlu anlayacağınız, darısı başıma...

16 Şubat 2012 Perşembe

Güzel haber...

Bir kız bebek daha geliyoooorr
En yakın arkadaşlarımdan biri 20 haftalık hamile. Bebiş cinsiyetini göstermiyordu. Sonunda göstermiş. Bir kız daha geliyor. Muhtemel doğum tarihi Haziran ortası, Bahar'la aralarında 1 yıl olacak. Çok sevindim.  Bizim olduğumuz gibi Bahar'la çok yakın arkadaş olurlar diye umuyoruz. Ayrıca mevsimleri uyduğu içi her türlü kılık kıyafet Bahar'dan ona devir olur. Zaten Bahar'a da Duru'dan devrolmuştu. Bebekler herkesin bildiği gibi çok çabuk büyüyorlar. Herkeste  bunu bile bile sürekli kıyafet getiriyor. Sadece 2 kere giydiği bir daha da giyemediği kıyafetleri gördükçe ne kadar üzülüyorum. Bu kadar tüketmek tam da onların geleceği için ne kötü...

Henüz isim arayışındalar. Bakalım yeni kızımız nasıl bir kız olacak? Bu tatlı merak... Geçen sene benim geçtiğim her adımdan şimdi arkadaşım geçiyor. Umarım sağlıkla kızını kucağına alır. Bahar'la birlikte kardeş kardeş büyür, güzel günler görürler...


13 Şubat 2012 Pazartesi

Başka bir beslenme biçimi mümkün!

Biz organik maddeleriz, çayırdaki otlar gibi, inekler gibi, hamam böceği gibi. Başka organik maddeleri yiyerek ve su içerek çalıştırıyoruz tüm organizmamızı. Ama artık Türkiye nüfusunun %70'i şehirlerde yaşıyor. Bu nüfus için birilerinin bol bol yiyecek madde üretmesi lazım değil mi? GDO'lu, hibrid tohumlu, fenni gübreli, hormonlu...
Dün bir arkadaşım ispanyadan gelen marul görmüş markette. Marul ya marul... 2 günde pörsüyen marul taaa kalkmış ispanyadan yola çıkmış, günlerce yolculuk etmiş, arkadaşımın marketine kadar...

Kendiniz için, çocuğunuz için iyi birşey yapın ve ithal hiçbir sebze yada meyveyi almayın. Yemeyin, yedirmeyin. Aç kalmak onları yemekten daha iyidir.  Bunu sadece kendiniz için değil, sürdürülebilir bir dünya için yapın. Yapın ki Şili'den kalkıp gelen üzüm, Şili'de kalsın. Buralara gelmek için ne o kadar enerji harcasın, ne Şili'li köylüyü  üzüm yetiştirmek için ormanlarını kesmeye zorlasın...Yapın ki Anadolu'nun canım kokulu üzümleri yok olmasın.

Güzellik, sağlık ne yediğimiz ve ne yemediğimizle ilgili... Başka bir beslenme biçimi mümkün!

1 Şubat 2012 Çarşamba

Kontrol

Annelik ruh hali annenin bebekliği ile yakından alakalı bence. Eğer çok yalnız / kırgın /sevgisiz bir bebeklik geçirmişsen o kadar saldırgan / baskıcı / bunaltıcı bir anne oluyorsun. Üstelik de bunu bir annenin o "herşeyin en iyisini çocuğum için ben bilirim" edaları ile yapıyorsun. Bebeğiniz kız ise bu sefer o kendi kızına sizin onun bebekliğinde açtığınız yaralarla evrilmiş bir ruh hali ile davranacak. Ben tüm bunların kötü olduğunu düşünmüyorum. İnsan milyonlarca yıldır bu gezegende yaşıyor ve biz ilk anneler değiliz. Hayatın akışı, insanları farklılaştırıyor.  Elbette her anne çocuğun için en en en iyisini istiyor. Onun mutlu, sağlıklı, huzurlu bir birey  olmasını istiyor. Bunun için çabalayıp duruyor. Ama biraz rahatlamak lazım. Kendimizin farkındaysak, bebeğimizle olan ilişkinin farkındaysak geri kalan faktörleri kontrol etme şansımız yok. Benim son zamanlarda annelerde gördüğüm en büyük sıkıntı bu çok kasıyoruz çook. Biraz rahat baksak daha kolay olacak herşey.

Hava durumunu kontrol etmek mümkün mü?
Bu bahsettiğim fazla önemseme ve kasma hali her an her yerde geçerli. Bugün otobüste bir kadın gördüm. Muhtemelen Japon, bir turist. Dışarıda kar tipi donduruyor her yeri. Kendisi inmeden önce beresini taktı, sonra da yaklaşık 10 dakika aynasını çıkartıp beresinin önünden çıkan saçlarını düzeltti. Bakımlı olmak için yapılan şahane bir hareket, kesinlikle takdir ediyorum. Ama gereksiz  buluyorum. Aynı durakta birlikte otobüsten indik. 30 sn içinde rüzgarla saçları karman çorman oldu.  Yazık oldu onca çabaya...Annelik kasmasıyla aynı durum bence, kontrol edemediğin hava durumu...

30 Ocak 2012 Pazartesi

Eller herşeyi anlatır

Ellerimiz herşeyi anlatır. Genç miyiz? Emekçi miyiz? Anne miyiz? Yazda mıyız? Yoksa ayazda mıyız? Zengin miyiz? Titiz miyiz? Aç mıyız? Açıkta mıyız? Mutlu muyuz? Mutsuz muyuz?


Kadının ellerine bakıp yaşamını anlamak mümkün gerçekten. Bunu seçici anlamda söylemiyorum. Hiç ayaz yüzü görmemiş el mi yoksa sertleşmiş emekçi eli mi? Biri diğerinden üstün değil. Sadece sahibi hakkında bir bilgi veriyor o kadar.  Yoksa kim kimden üstün ki?


Bu soğuk kış günlerinde ellerinizin yumuşak, tırnaklarınızın güçlü olmasını istiyorsanız, 5 dakika ılık sütte bekletin. Bakın ne yumuşak oluyor eller...


Tüm annelerin ellerinden öperim :)


Anne eli bulamadım, buyrun bir baba eli...

27 Ocak 2012 Cuma

Kar Yağıyor

Tüm yurrta kar yağıyor. Istanbul ne kadar çirkin oluyorsa karda Ankara bir o kadar güzel. Van'da çirkin oluyordur eminim. Nasıl yaşanır bu soğukta o çadırlarda. Hele bebekler, çocuklar, çaresiz anneler ne yapar? Tüm kış bebekler için bere ördüm. Çok hızlı yada çok maharetli değilim ama örebiliyorum işte. Eş dost katıştırıp bir arkadaşın öğretmenlik yapan kuzenine gönderiyoruz. O götürüp elden dağıtıyor. Yeter mi yetmez elbette. Düşündükçe içim acıyor. Bahar kadar küçük bebekler soğukta, benim kadar anne anneler çaresiz. Bebek bezi var mı, ya pişik için krem?  Altını yıkayacak bir tas sıcak su? Boğazdan geçecek bir yudum sıcak çorba? Ahh ah dayanamıyorum bu düşüncelere.  Öncesinden de sulu gözlüydüm şimdi çok daha duygusal oldum.

Tüm anneler hadi şiş başına, ne örebilirsek kardır. Benim gibi düşünen ama daha organize olan kadınlar var. Onlar aracılığı ile gönderebilirsiniz. İşte adresleri: .http://vanicinoruyoruz.com/

26 Ocak 2012 Perşembe

Saçlardan devam edelim

Saçlarımla oynamaktan hiçbir zaman haz etmedim. Oynamaktan kastım zırt pirt rengini, boyunu, şeklini değiştirmeyi kasdediyorum. Sanırım bunda küçükken ablamla oynadığımız kuaförcülük oyunun etkisi var. O hep kuaför olurdu, ben hep müşteri. Oysa ben de arada bir kuaför olmak isterdim ama hiç izin vermezdi. Eee 3 yaş büyük abla, şiddet yoluyla yapardı beni gene müşteri.  Nasıl sıkılırdı içim anlatamam. O uzun uzun saçlarımla oynar, toplar, dağıtır, bazen keser (annem kızar korkusuyla Allahtan çok abartmazdı). Ben oturduğum yerde sıkıntıdan patlardım. Şu anda kuaföre gittiğimde halen benzer bir iç sıkıntısı duyuyorum. Bu sıkıntıdan kaçmak için bazen kendi saçımı kendimin kestiğini itiraf edeyim. Saçlarım dümdüz hata çabuk görünüyor tabi. Hemen koşarak kuaföre :)

Parlak saçlar için sirke önerisini uygulamaya devam ediyorum ama bir not daha ekleyeyim. Saçları çok yıkamak iyi değil. Haftada 2 yetiyor. İlk başta yağlı saçlarla dolanmak pek hoş olmuyor ama zamanla yağlanma azalıyor. Saç daha çabuk uzuyor, daha güçlü oluyor...

Sirkeyle ilgili sonuçları yazacağım...

24 Ocak 2012 Salı

Saçlarım peki onlar ne olacak?

Bu hamilelik ve doğum gerçekten kadın bedenini çok yoruyor. Saçlarım mısır püskülünden hallice... Ee bir de beyazları kapatmak için her ay uygulanan boya. Saçlar ne yapsın? Anneme sordum dedi ki:

Duşa girmeden bir şişeye biraz sirke koy, sulandır...Ay dedim sirke iyrenç kokar, bişey olmaz nasılsa durulayacaksın dedi. Peki bir deneyeyim dedim. Bir 0,5 lt'lık pet şişeye bir kaşık sirke koydum. Duşa yanıma aldım. Şampuandan sonra uçlarına sulandırdığım sirkeden surdum. Aman ne kötü koktu. Sonra iyice duruladım.

Sonuç? Henüz tam anlamadım farkı. Birkaç kere daha deneyeceğim. Bakalım annem haklı çıkacak mı?

Onun saçlarıyla derdi yok...

19 Ocak 2012 Perşembe

Zor bir yolculuk mu dedin?


Dün kızımla birlikte bir uçak yolculuğu yaptım. Tek başıma. İstanbul'dan Ankara'ya geldik uçakla. Amacım ben toplantıdayken kızımın anneannesi ve dedesiyle vakit geçirmesiydi.

İstanbul havalimanında x-rayden geçiş halimi anlatmak istiyorum.

-Hanfendi montunuzu çıkartın
-Hanfendi havalananında laptop var onu ayrı koyun
-Hanfendi deodorant benzeri bir nesne var onu ayrı koyun
-Hanfendi çizmelerinizi çıkartıp, x-rayden geçirin

Bunların yanında x-raye koyduklarım:

1) Eşek ölüsü kadar ağır bir Puset
2) Ana kucağı
3) Kızımın yedeklerinin ve benim eşyalarımın bulunduğu sırt çantası
3) Küçük valizimiz
4) Kızımın montu

Tüm bunları oraya buraya koyarken kucağımda 9 kiloluk kızım.

Buradan çıkacak sonuca geliyorum:  Bir anne olarak laptop kullanma, çizme giyme, deodorant taşıma...daha önemlisi toplantını uzun tutma, günübirlik git gel.

Böyle bir şey yok elbette, anneyim, iş kadınıyım ve güzelim. Bunun için gereken neyse yapacağım. Tüm x-rayi eşyalarımla doldurmak dahil...







17 Ocak 2012 Salı

Büyüyen karnım...

Çok büyük bir karın...
"Büyüklerin dünyasını hor görme" ergen davranışlarından biriymiş meğer. Ben anne olana kadar böyleydim. Hamileliği bir şekilde garipserdim. Belki de çevremde o kadar çok hamileliğini çook önemseyen kadın vardı ki ben de otomatik bir reaksiyon oluştu. Biraz burun bükme, biraz acıma..."Hayatı buraya kadarmışşşş yazııık, ne gerek var anne olmaya, bu sorumluluğa değer mi? Artık gezip tozamayacak tüh ve vah...Kilo alacaklar yazık yazık" vs vs. Hamile yanından, çocuklu arkadaş civarından bir topuklama durumu...

Hamileliğim kesinlikle planlı bir hamilelik değildi. İlk duyduğumda da,  ilk 4-5 ayda da benzer duygularım geçmedi. Ha ek olarak derin bir endişe. "Ne biçim bir anne olacağım ben?  Millet anne karnındaki bebeğini okşayıp severken, ben büyüyen karnımdan utanıyorum. Kesin iğrenç bir anne olacağım. Kızım da psikopat olacak tüh tüh" Hamile kıyafeti alırken utanıyordum valla.

Allahtan geçti bu duygular, şimdi kızıma bakıp o duyguların ne kadar da önemsiz olduğunu anlıyorum. O kadar değişik ki onunla olmak, büyüdüğünü görmek. Koca karnımdan çıkıp gün be gün terliksi hayvandan insana dönüştüğünü görmek. Terliksi hayvan diyorum çünkü hamilelik ve sonrasındaki gelişimi insanın evrimi gibi. Tek hücreliden çıkıp, amorf bir çok hücreliye dönüşmesi, balıksı görüntü, en nihayetinde küçük bir insan haline gelmesi. Evrim onu süper sevimli olmaya planlamış. Nasıl sevilmez? Nasıl önemsenmez? Artık aklıma gelmiyor böyle düşünceler. Demek ki evrim beni de anne olmaya programlamış. Gerisini çok düşünmeye gerek yok.


13 Ocak 2012 Cuma

Anneannem derdi ki...


Anneannem de genç ve güzel olmak istiyormuş.

Çok tonton, tatlı bir anneannem vardı. Çok önce kaybettik kendisini.  Her zaman kendine çok özen gösteren bir kadındı.  Giydiğine, konuşmasına, cildine, saçına, başına..."Kızım yüzünüze nemlendirici sürmeyi ihmal etmeyin"derdi.  Nemlendiriciden kastı da Tokalon marka krem. "Ama gözünüzün çevresine sürmeyin sakin."  Göz çevresinin ayrı bakıma ihtiyacı olduğunu bilirdi. Dün morluklara savaş açmışken rahmetliyi düşündüm. 5 çocuk doğurmuş ve büyütmüş şahane bir kişilik.  Benim yaşımda çoktan tüm çocuklarını doğurmuş, büyütmeye başlamıştı bile. Hem de bulaşık/çamaşır/ekmek yapma makinesiz, atılabilir bebek bezi / alt açma örtüsü vs olmadan. Gerçekten güzel bir kadındı. Kibar ve olumlu. Ben de günün birinde torun sahibi olabilirsem eğer torunumun onu beni hatırladığı gibi hatırlamasını isterim. 

Bugün www.uzuncorap.com adlı sitede bir röportaj okudum. Memo Tembelçizer demiş ki : "Babalık, aynı anda dede, baba ve torun olabilmekmiş"  (tamamını okumak isteyenlere: http://uzuncorap.com/2012/01/10/memo-tembelcizerbabalik-ayni-anda-dede-baba-ve-torun-olabilmekmis/)

Bunun üzerine düşüneceğim…




12 Ocak 2012 Perşembe

"göz altı morluklarını yok etmek için doğal reçete" yazdım google 'a


Herşeyi ama herşeyi google'a soruyorum. Yazdım “göz altı morluklarını yok etmek için doğal reçete” çıkan ilk sonucu uyguladım.  Patatesi iyice yıkayıp kabukları ile birlikte blendera attım. İçine biraz süt, biraz da ekmek koydum. Sonra da birileri Bahar’a altın getirmişti. Getirirken de tülden keselere koymuşlar. O keselerin içine koyup biraz suyunu sıktım. Sonra gözlerime yerleştirip, bir 10 dakika derin derin nefes alıp verdim. Uykum geldi tabi. Biraz kestirmiş bile olabilirim.  10 dakika sonunda kesinlikle morluklarda azalma oldu. Oldu mu ? Valla oldu…

Uyku biraz uyku...

Marmara depreminde uyanmayacak kadar ağır bir uykum var. Bu Bahar için ve özellikle de babası için zor bir durum. Bahar'ın her gık deyişinde baba uyanıyor ama ben ancak Bahar çığlıklar atmaya başlayınca uyanabiliyorum. Aslında pek de uyanıyor sayılmam,  yarı bilinçsiz bir hal... Gerçekten çok düşkünüm uykuya. Kızım ilk başlarda daha az uyanıyordu, şimdiler de neredeyse saat başı uyanıyor. Gündüz işe giden annelerin bebekleri geceleri daha çok uyanıyormuş hem de.

Neyse dayanıyorum bir şekilde fakat sabah kalktığımda göz altındaki morluklar, mor ineğin mor benekleri kadar mor. Buna bir çözüm bulmam lazım....


11 Ocak 2012 Çarşamba

Annelik söylevi...


Anne olmanın ne kadar muhteşem bir duygu olduğundan bahsetmeyeceğim. Nasılsa hem fikiriz değil mi? Bir zamanlar küçük bir kedi yavrusunu  sevmiştim. Onu sevmek de muhteşemdi. 

Bu cümleden "annelik" söylevlerine nasıl yaklaştığımı tahmin ettiniz sanırım...

10 Ocak 2012 Salı

Babam dedi ki...

Geçen gün sevgili babam dedi ki "Artık anne oldun, giydiklerine dikkat et."

Annem benim yaşımdayken 2 kızı vardı. Biri 13 diğeri 10 yaşında. Hep derli toplu giyinirdi. Hep etek ceket takımlar,  bir ciddi bir ciddi (hala da öyle giyinir..) Bana bakıldığında ise minicik kot eteğin altına tayt, onun da altına kırmızı converseler. Makyaj emo ergenlerden bir parça daha normal.

Şimdi böyle görünce babam beni ee anne de olduk ya, herhalde bir kalıba koymak istiyor. Eskiden küçük kızıydım, şimdi torun var ortada, babacığım nerelere koyacağını bilemiyor beni..Ee babam şok olmasın diye her zamanki dik başlılığımla karşı çıkıyorum. "Ne aalaakası var baba yaaa...."

Her ne kadar 38 yaşımda olsam da, anne olana kadar hala ergenliğimi tamamlayamamış olduğumu yeni yeni idrak ediyorum.  Ergen ortak noktaları:  dik başlılık,  ebeveynlerle bir arada olmama çabası, büyükleri beğenmeme, büyüklerin dünyasını hakir görme, ufak yalanlar vs vs. İşte bu bir yıl önceki ben...Hala arada sırada kayıyorum o tarafa ama daha yetişkinim galiba. Fakat kıyafetlerimi de değiştirecek kadar değil.

Görün bakın doğumdan sonra üzerime yapışan şu fazla kilolardan bir kurtulayım, bir gözlerim açılsın, daha neler giyeceğim neler....






9 Ocak 2012 Pazartesi

Annelik bir yolculuksa...

38 yaşından anne oldum. Biraz geç tabi. Ama sanırım gezmekten tozmaktan vakit bulamadım.  Neruda demiş ki:

"yavaş yavaş ölürler
seyahat etmeyenler,
yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
müzik dinlemeyenler,
vicdanlarında hoşgörmeyi barındırmayanlar"

"Aman" dedim "hızlı hızlı yaşayayım". Kendimden memnun çok seyahat ettim. Şimdi annelik de çok planlamadan yapılan bir yolculuk gibi. Rehber kitaplara ne kadar bakarsanız bakın, sokaklarda kaybolup, kendi kendinize şehir keşfetmek daha güzel.  Fakat yorucu, fiziksel olarak yıpratıcı. Yürü yürü bir türlü güzel bir restoran bulamama hali.

Yani bel ağrısı, fazla kilolar, püsküle dönmüş saçlar, geceleri uykusuz kalmış gözlerin altında oluşan torbalar...
Annelik bir yolculuksa

6 Ocak 2012 Cuma

Tazecik Anneyim

Herşeyin başladığı an...
Kızım Bahar 3 Haziran doğumlu. Parmaklarımla sayıyorum aman Allahım 7 ayını doldurmuş bile. Nasıl geçtiğini anlamadığım bir yedi koca ay. Sanki üzerimde bir tül perde vardı ve ancak yeni yeni o tül aralandı gibime geliyor... Artık gerçek hayata dönmeliyim değil mi?

Bu kısacık annelik tecrübemden bağımsız neşenin ve mutluluğun bulaşıcı olduğuna inanmışımdır hep. Kızıma hayat enerjimin, neşemin, pozitif duygularımın bulaştığını gözlemleyebiliyorum. Anne neşeli, mutlu ise bebekte neşeli ve mutlu oluyor.  Eee tül perdem de aralanıyorsa yavaş yavaş nedir beni mutlu eden şeyler? Bugün bunu uzun uzun düşündüm ve bu günlüğü de bu yüzden tutmaya karar verdim.

Evet yazmak beni mutlu ediyor...