30 Ocak 2012 Pazartesi

Eller herşeyi anlatır

Ellerimiz herşeyi anlatır. Genç miyiz? Emekçi miyiz? Anne miyiz? Yazda mıyız? Yoksa ayazda mıyız? Zengin miyiz? Titiz miyiz? Aç mıyız? Açıkta mıyız? Mutlu muyuz? Mutsuz muyuz?


Kadının ellerine bakıp yaşamını anlamak mümkün gerçekten. Bunu seçici anlamda söylemiyorum. Hiç ayaz yüzü görmemiş el mi yoksa sertleşmiş emekçi eli mi? Biri diğerinden üstün değil. Sadece sahibi hakkında bir bilgi veriyor o kadar.  Yoksa kim kimden üstün ki?


Bu soğuk kış günlerinde ellerinizin yumuşak, tırnaklarınızın güçlü olmasını istiyorsanız, 5 dakika ılık sütte bekletin. Bakın ne yumuşak oluyor eller...


Tüm annelerin ellerinden öperim :)


Anne eli bulamadım, buyrun bir baba eli...

27 Ocak 2012 Cuma

Kar Yağıyor

Tüm yurrta kar yağıyor. Istanbul ne kadar çirkin oluyorsa karda Ankara bir o kadar güzel. Van'da çirkin oluyordur eminim. Nasıl yaşanır bu soğukta o çadırlarda. Hele bebekler, çocuklar, çaresiz anneler ne yapar? Tüm kış bebekler için bere ördüm. Çok hızlı yada çok maharetli değilim ama örebiliyorum işte. Eş dost katıştırıp bir arkadaşın öğretmenlik yapan kuzenine gönderiyoruz. O götürüp elden dağıtıyor. Yeter mi yetmez elbette. Düşündükçe içim acıyor. Bahar kadar küçük bebekler soğukta, benim kadar anne anneler çaresiz. Bebek bezi var mı, ya pişik için krem?  Altını yıkayacak bir tas sıcak su? Boğazdan geçecek bir yudum sıcak çorba? Ahh ah dayanamıyorum bu düşüncelere.  Öncesinden de sulu gözlüydüm şimdi çok daha duygusal oldum.

Tüm anneler hadi şiş başına, ne örebilirsek kardır. Benim gibi düşünen ama daha organize olan kadınlar var. Onlar aracılığı ile gönderebilirsiniz. İşte adresleri: .http://vanicinoruyoruz.com/

26 Ocak 2012 Perşembe

Saçlardan devam edelim

Saçlarımla oynamaktan hiçbir zaman haz etmedim. Oynamaktan kastım zırt pirt rengini, boyunu, şeklini değiştirmeyi kasdediyorum. Sanırım bunda küçükken ablamla oynadığımız kuaförcülük oyunun etkisi var. O hep kuaför olurdu, ben hep müşteri. Oysa ben de arada bir kuaför olmak isterdim ama hiç izin vermezdi. Eee 3 yaş büyük abla, şiddet yoluyla yapardı beni gene müşteri.  Nasıl sıkılırdı içim anlatamam. O uzun uzun saçlarımla oynar, toplar, dağıtır, bazen keser (annem kızar korkusuyla Allahtan çok abartmazdı). Ben oturduğum yerde sıkıntıdan patlardım. Şu anda kuaföre gittiğimde halen benzer bir iç sıkıntısı duyuyorum. Bu sıkıntıdan kaçmak için bazen kendi saçımı kendimin kestiğini itiraf edeyim. Saçlarım dümdüz hata çabuk görünüyor tabi. Hemen koşarak kuaföre :)

Parlak saçlar için sirke önerisini uygulamaya devam ediyorum ama bir not daha ekleyeyim. Saçları çok yıkamak iyi değil. Haftada 2 yetiyor. İlk başta yağlı saçlarla dolanmak pek hoş olmuyor ama zamanla yağlanma azalıyor. Saç daha çabuk uzuyor, daha güçlü oluyor...

Sirkeyle ilgili sonuçları yazacağım...

24 Ocak 2012 Salı

Saçlarım peki onlar ne olacak?

Bu hamilelik ve doğum gerçekten kadın bedenini çok yoruyor. Saçlarım mısır püskülünden hallice... Ee bir de beyazları kapatmak için her ay uygulanan boya. Saçlar ne yapsın? Anneme sordum dedi ki:

Duşa girmeden bir şişeye biraz sirke koy, sulandır...Ay dedim sirke iyrenç kokar, bişey olmaz nasılsa durulayacaksın dedi. Peki bir deneyeyim dedim. Bir 0,5 lt'lık pet şişeye bir kaşık sirke koydum. Duşa yanıma aldım. Şampuandan sonra uçlarına sulandırdığım sirkeden surdum. Aman ne kötü koktu. Sonra iyice duruladım.

Sonuç? Henüz tam anlamadım farkı. Birkaç kere daha deneyeceğim. Bakalım annem haklı çıkacak mı?

Onun saçlarıyla derdi yok...

19 Ocak 2012 Perşembe

Zor bir yolculuk mu dedin?


Dün kızımla birlikte bir uçak yolculuğu yaptım. Tek başıma. İstanbul'dan Ankara'ya geldik uçakla. Amacım ben toplantıdayken kızımın anneannesi ve dedesiyle vakit geçirmesiydi.

İstanbul havalimanında x-rayden geçiş halimi anlatmak istiyorum.

-Hanfendi montunuzu çıkartın
-Hanfendi havalananında laptop var onu ayrı koyun
-Hanfendi deodorant benzeri bir nesne var onu ayrı koyun
-Hanfendi çizmelerinizi çıkartıp, x-rayden geçirin

Bunların yanında x-raye koyduklarım:

1) Eşek ölüsü kadar ağır bir Puset
2) Ana kucağı
3) Kızımın yedeklerinin ve benim eşyalarımın bulunduğu sırt çantası
3) Küçük valizimiz
4) Kızımın montu

Tüm bunları oraya buraya koyarken kucağımda 9 kiloluk kızım.

Buradan çıkacak sonuca geliyorum:  Bir anne olarak laptop kullanma, çizme giyme, deodorant taşıma...daha önemlisi toplantını uzun tutma, günübirlik git gel.

Böyle bir şey yok elbette, anneyim, iş kadınıyım ve güzelim. Bunun için gereken neyse yapacağım. Tüm x-rayi eşyalarımla doldurmak dahil...







17 Ocak 2012 Salı

Büyüyen karnım...

Çok büyük bir karın...
"Büyüklerin dünyasını hor görme" ergen davranışlarından biriymiş meğer. Ben anne olana kadar böyleydim. Hamileliği bir şekilde garipserdim. Belki de çevremde o kadar çok hamileliğini çook önemseyen kadın vardı ki ben de otomatik bir reaksiyon oluştu. Biraz burun bükme, biraz acıma..."Hayatı buraya kadarmışşşş yazııık, ne gerek var anne olmaya, bu sorumluluğa değer mi? Artık gezip tozamayacak tüh ve vah...Kilo alacaklar yazık yazık" vs vs. Hamile yanından, çocuklu arkadaş civarından bir topuklama durumu...

Hamileliğim kesinlikle planlı bir hamilelik değildi. İlk duyduğumda da,  ilk 4-5 ayda da benzer duygularım geçmedi. Ha ek olarak derin bir endişe. "Ne biçim bir anne olacağım ben?  Millet anne karnındaki bebeğini okşayıp severken, ben büyüyen karnımdan utanıyorum. Kesin iğrenç bir anne olacağım. Kızım da psikopat olacak tüh tüh" Hamile kıyafeti alırken utanıyordum valla.

Allahtan geçti bu duygular, şimdi kızıma bakıp o duyguların ne kadar da önemsiz olduğunu anlıyorum. O kadar değişik ki onunla olmak, büyüdüğünü görmek. Koca karnımdan çıkıp gün be gün terliksi hayvandan insana dönüştüğünü görmek. Terliksi hayvan diyorum çünkü hamilelik ve sonrasındaki gelişimi insanın evrimi gibi. Tek hücreliden çıkıp, amorf bir çok hücreliye dönüşmesi, balıksı görüntü, en nihayetinde küçük bir insan haline gelmesi. Evrim onu süper sevimli olmaya planlamış. Nasıl sevilmez? Nasıl önemsenmez? Artık aklıma gelmiyor böyle düşünceler. Demek ki evrim beni de anne olmaya programlamış. Gerisini çok düşünmeye gerek yok.


13 Ocak 2012 Cuma

Anneannem derdi ki...


Anneannem de genç ve güzel olmak istiyormuş.

Çok tonton, tatlı bir anneannem vardı. Çok önce kaybettik kendisini.  Her zaman kendine çok özen gösteren bir kadındı.  Giydiğine, konuşmasına, cildine, saçına, başına..."Kızım yüzünüze nemlendirici sürmeyi ihmal etmeyin"derdi.  Nemlendiriciden kastı da Tokalon marka krem. "Ama gözünüzün çevresine sürmeyin sakin."  Göz çevresinin ayrı bakıma ihtiyacı olduğunu bilirdi. Dün morluklara savaş açmışken rahmetliyi düşündüm. 5 çocuk doğurmuş ve büyütmüş şahane bir kişilik.  Benim yaşımda çoktan tüm çocuklarını doğurmuş, büyütmeye başlamıştı bile. Hem de bulaşık/çamaşır/ekmek yapma makinesiz, atılabilir bebek bezi / alt açma örtüsü vs olmadan. Gerçekten güzel bir kadındı. Kibar ve olumlu. Ben de günün birinde torun sahibi olabilirsem eğer torunumun onu beni hatırladığı gibi hatırlamasını isterim. 

Bugün www.uzuncorap.com adlı sitede bir röportaj okudum. Memo Tembelçizer demiş ki : "Babalık, aynı anda dede, baba ve torun olabilmekmiş"  (tamamını okumak isteyenlere: http://uzuncorap.com/2012/01/10/memo-tembelcizerbabalik-ayni-anda-dede-baba-ve-torun-olabilmekmis/)

Bunun üzerine düşüneceğim…




12 Ocak 2012 Perşembe

"göz altı morluklarını yok etmek için doğal reçete" yazdım google 'a


Herşeyi ama herşeyi google'a soruyorum. Yazdım “göz altı morluklarını yok etmek için doğal reçete” çıkan ilk sonucu uyguladım.  Patatesi iyice yıkayıp kabukları ile birlikte blendera attım. İçine biraz süt, biraz da ekmek koydum. Sonra da birileri Bahar’a altın getirmişti. Getirirken de tülden keselere koymuşlar. O keselerin içine koyup biraz suyunu sıktım. Sonra gözlerime yerleştirip, bir 10 dakika derin derin nefes alıp verdim. Uykum geldi tabi. Biraz kestirmiş bile olabilirim.  10 dakika sonunda kesinlikle morluklarda azalma oldu. Oldu mu ? Valla oldu…

Uyku biraz uyku...

Marmara depreminde uyanmayacak kadar ağır bir uykum var. Bu Bahar için ve özellikle de babası için zor bir durum. Bahar'ın her gık deyişinde baba uyanıyor ama ben ancak Bahar çığlıklar atmaya başlayınca uyanabiliyorum. Aslında pek de uyanıyor sayılmam,  yarı bilinçsiz bir hal... Gerçekten çok düşkünüm uykuya. Kızım ilk başlarda daha az uyanıyordu, şimdiler de neredeyse saat başı uyanıyor. Gündüz işe giden annelerin bebekleri geceleri daha çok uyanıyormuş hem de.

Neyse dayanıyorum bir şekilde fakat sabah kalktığımda göz altındaki morluklar, mor ineğin mor benekleri kadar mor. Buna bir çözüm bulmam lazım....


11 Ocak 2012 Çarşamba

Annelik söylevi...


Anne olmanın ne kadar muhteşem bir duygu olduğundan bahsetmeyeceğim. Nasılsa hem fikiriz değil mi? Bir zamanlar küçük bir kedi yavrusunu  sevmiştim. Onu sevmek de muhteşemdi. 

Bu cümleden "annelik" söylevlerine nasıl yaklaştığımı tahmin ettiniz sanırım...

10 Ocak 2012 Salı

Babam dedi ki...

Geçen gün sevgili babam dedi ki "Artık anne oldun, giydiklerine dikkat et."

Annem benim yaşımdayken 2 kızı vardı. Biri 13 diğeri 10 yaşında. Hep derli toplu giyinirdi. Hep etek ceket takımlar,  bir ciddi bir ciddi (hala da öyle giyinir..) Bana bakıldığında ise minicik kot eteğin altına tayt, onun da altına kırmızı converseler. Makyaj emo ergenlerden bir parça daha normal.

Şimdi böyle görünce babam beni ee anne de olduk ya, herhalde bir kalıba koymak istiyor. Eskiden küçük kızıydım, şimdi torun var ortada, babacığım nerelere koyacağını bilemiyor beni..Ee babam şok olmasın diye her zamanki dik başlılığımla karşı çıkıyorum. "Ne aalaakası var baba yaaa...."

Her ne kadar 38 yaşımda olsam da, anne olana kadar hala ergenliğimi tamamlayamamış olduğumu yeni yeni idrak ediyorum.  Ergen ortak noktaları:  dik başlılık,  ebeveynlerle bir arada olmama çabası, büyükleri beğenmeme, büyüklerin dünyasını hakir görme, ufak yalanlar vs vs. İşte bu bir yıl önceki ben...Hala arada sırada kayıyorum o tarafa ama daha yetişkinim galiba. Fakat kıyafetlerimi de değiştirecek kadar değil.

Görün bakın doğumdan sonra üzerime yapışan şu fazla kilolardan bir kurtulayım, bir gözlerim açılsın, daha neler giyeceğim neler....






9 Ocak 2012 Pazartesi

Annelik bir yolculuksa...

38 yaşından anne oldum. Biraz geç tabi. Ama sanırım gezmekten tozmaktan vakit bulamadım.  Neruda demiş ki:

"yavaş yavaş ölürler
seyahat etmeyenler,
yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
müzik dinlemeyenler,
vicdanlarında hoşgörmeyi barındırmayanlar"

"Aman" dedim "hızlı hızlı yaşayayım". Kendimden memnun çok seyahat ettim. Şimdi annelik de çok planlamadan yapılan bir yolculuk gibi. Rehber kitaplara ne kadar bakarsanız bakın, sokaklarda kaybolup, kendi kendinize şehir keşfetmek daha güzel.  Fakat yorucu, fiziksel olarak yıpratıcı. Yürü yürü bir türlü güzel bir restoran bulamama hali.

Yani bel ağrısı, fazla kilolar, püsküle dönmüş saçlar, geceleri uykusuz kalmış gözlerin altında oluşan torbalar...
Annelik bir yolculuksa

6 Ocak 2012 Cuma

Tazecik Anneyim

Herşeyin başladığı an...
Kızım Bahar 3 Haziran doğumlu. Parmaklarımla sayıyorum aman Allahım 7 ayını doldurmuş bile. Nasıl geçtiğini anlamadığım bir yedi koca ay. Sanki üzerimde bir tül perde vardı ve ancak yeni yeni o tül aralandı gibime geliyor... Artık gerçek hayata dönmeliyim değil mi?

Bu kısacık annelik tecrübemden bağımsız neşenin ve mutluluğun bulaşıcı olduğuna inanmışımdır hep. Kızıma hayat enerjimin, neşemin, pozitif duygularımın bulaştığını gözlemleyebiliyorum. Anne neşeli, mutlu ise bebekte neşeli ve mutlu oluyor.  Eee tül perdem de aralanıyorsa yavaş yavaş nedir beni mutlu eden şeyler? Bugün bunu uzun uzun düşündüm ve bu günlüğü de bu yüzden tutmaya karar verdim.

Evet yazmak beni mutlu ediyor...