24 Ocak 2013 Perşembe

Gezmenin dayanılmaz Hafifliği

Çok gezginim. Duramam evde üst üste 2 gün. İlla dışarıda olacağım, illa insanlarla etkişelim içinde olacağım. Bu etkileşim kelimesi de sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle pek kullanılır oldu. Güzel bir kelime, iletişim ve etkilenme ikisi birde tek kelimede. Kelimeyi türeten arkadaşa buradan sevgiler...

Neyse ne diyordum? Gezginim ben duramam diyordum. Anne olduktan sonra hiç birşey değişmedi. Hala duramıyorum kızım 2 yaşına basmadan herhalde en az 20 tane uçak yolculuğu yapmıştır. Hatta ilk uçak yolculuğunun biniş kartını saklıyorum. Doğumdan tam 41 gün sonra. Kırkı çıksın mahalle baskısına boyun eğdim anlayacağınız. Gezmeyi bu kadar seven bir annenin en büyük yardımcısı sağlam bir pusettir bence. Gerisi detay sadece. Biz oldukça da çok para vererek bugaboo bee almıştık. İyiki de almışız. Geçenlerde internette gezinirken şahane bir site gördüm. http://enhafifi.com/ Oldukça amatör bir site ama yaklaşımını pek beğendim. Çeşitli bel, boyun fıtığı gibi çeşitli hastalıklardan mustarip biri, üşenmemiş kendisi için tercih ettiği en hafif malzemeleri yazmış. Benim de benzer sorunlarım var. Bu yüzden sevdim anlattıklarını. Çok detaylıca neyi neden tercih ettiğini anlatıyor ve güzel tavsiyeler veriyor. Bir yorumumdan yola çıkarak biraz sohbet ettik. Facebook sayfası da pek eğlenceli (http://www.facebook.com/Enhafificom) Sonuç olarak puset seçimi konusunda kafası karışmış anne adayları yada annelere bence şahane tavsiyeler veriyor. Onun seçimi de bugaboo bee olmuş. Böyle yazılar görünce insanın içi ferahlıyor. O kadar para harcadım ama seçimim doğruymuş diye :)

Bebek büyütmek şimdilik  biraz para biriktirmemizi sağladı.  Gece 9:30'da uyuyan bir bebek olunca evde insan ister istemez pek bir aktivite yapamıyor. Alışveriş pazardan taze taze yapılıyor, evde hep sulu güzel bir yemek oluyor. Bebek kıyafetleri zaten bir arkadaşımın bir yaş büyük bebeğinden geliyor. Geriye sadece bez işi kalıyor. O da aslında karşılanamayacak büyük bir rakam değil. Şimdi yeni gezi planları yapıyorum. 2013 yazı için. Heyecan bastı gene. Bebekleri ile uzak yerlere gitmeye cesaret edenlere bayılıyorum. Uzuncorap.com'dan takip ettiğim bir aile var. Onlar Sri Lanka'ya gitmişler.  http://uzuncorap.com/2013/01/22/ilyas_colomboda/ Biz o kadar uzağa gitmeye cesaret edemeyiz sanırım. Daha yakınlarda bir yer bakıyorum.

İçim kıpır kıpır galiba gezmenin dayanılmaz hafifliğinden...
3 çocuğu ile gezen bir iale
Bu kadar geniş bir aile olmasak da  bir gün kızımla böyle bir yolculuğa çıkmak isterim



8 Ocak 2013 Salı

Seçmek yada seçmemek işte bütün mesele bu

Geçen gün bir makale okudum. Diyordu ki " Deney yapmışlar ve görmüşler ki aslında başımıza ne geleceğini bilmediğimizde ya da emin olamadığımızda huzursuz oluyoruz" yani başımıza kötü bir şey geleceğine eminsek huzursuzluğumuz ortadan kalkıyor ve hemen yeni duruma alışıyoruz. Beklentilerimizi düşürüyoruz, yeni koşullara kolayca uyum sağlıyoruz. 

Beynimiz öyle kodlanmış ki her durumda mutlu olmanın bir yolunu buluyor. Diğer örnekler daha da ilginç. 

  1. Örneğin bir grup insana belirli bir hastalığa karşı genetik yatkınlık testi yapmışlar. Sonucu öğrenemeyenler , test sonucu kötü çıkanlara göre daha mutsuz çıkmışlar., KPSS'yı kazanamadığını öğrenmek, acaba kazandım mı  yoksa kazanamadım mı sorgulamasından daha mutluluk verici ve rahatlatıcı anlaşılan.
  2. Piyangoda büyük ikramiye kazanmış bir adam ve bir diğeri felç hastası. Bir yıl sonra bu iki kişinin mutluluk değerleri eşit çıkıyor. Kendini kandırma gibi değil, gerçekten mutlu olmuşlar. Çünkü alışıyorlar.
  3. Deneklerden iki tablodan birini seçmeleri ve eve götürmeleri bekleniyor. 15 gün sonra geri getiriyorlar ve konuşmalardan ortaya çıkıyor ki sahip olduğunan daha çok, sahip olunmayan ı daha az sevilmeye başlanmış. Beyin seçtiğini daha çok seviyor. Bu durumda elde ettiğini sev meğer en akıllıca bir tavsiyeymiş :)
  4. Başka bir deneyde öğrencilere iki fotoğraftan birini seçmelerini istemişler. Birinci gruba, istediğiniz an kararınızı değiştirebilirsiniz demişler. Diğer gruba kesin karar verin, öteki resmi bir daha bulamazsınız demişler. Bir süre sonra, birinci grubun huzursuzlaştığı ve akıllarının diğer resimde kaldığı, oysa ikinci grubun ellerindeki resmi çok daha fazla sevdiği ortaya çıkmış. Sonuç: Fazla seçenek mutsuz eder:)

Gözüken o ki beynimizin çalışma prensibini, mutluluğun anahtarını bulmuş çoktan. Seçilen zaten bir şekilde zamanla seviliyor. Biz seçmek için o kadar garip davranışı sergilerken hem de...

Seçmek için çaba sarf ettiren muzlar
Seçmek mi? Kararsızlıktan hangi muzu seçeceğimi bilemiyorum...

2 Ocak 2013 Çarşamba

Anne Olduğunuz Zaman hep sorduğunuz soru : Ben iyi bir anne miyim?



“Annelik daimi iç sızısı” deniyor ya sürekli. Bir endişe hali hiç bitip tükenmeyen. Bilimsel çalışmalarda da endişe duymamızı sağlayan beyindeki bölüm annelerde hep aktif görünüyor. Evrimsel olarak sadece endişeli annelerin çocukları hayatta kalmış anlaşılan. Ama bazen ağır geliyor gerçekten en ufak bir şeyde bile önce endişe ediyor sonra kendimizi suçluyor, eksik buluyoruz. Babalar hiç böyle bir şey düşünmüyor. Gece yoğurt mayalamayı unutup sabaha kadar “yavrum ne yiyecek yarın” diye uyuyamayan anneler var da acaba eve geç gelirsem çocuğum beni arar mı diye soran baba neden bu kadar az? Soran varsa bile babalar yine de gidiyor, eğleniyor, geziyor, tozuyor, hobilerine gerekli zamanı ayırıyor. Çok büyük gelişimsel bir sorun yoksa çocuğun yapamadığı, o an başarısız olduğu, bir sonraki aşamaya geçemediği herhangi bir gelişimsel durumunda genelde babalar kendini suçlu bulmuyor. Oysa anneler öyle mi? Sürekli kendimizi suçluyor, eksik buluyoruz. Sürekli aynı soruyu soruyoruz: “Ben iyi bir anne miyim?”

ağaçkakan gibi kendini gagalayan bir anneyim ben
Babalar kesinlikle daha rahatlar. Çocuğun nasılsa bir süre sonra o hali atlatacağını biliyorlar gibiler. Kızım 18 aylıkken yürüdü. Bu kadar geç yürümesinin sebebi hep benmişim gibi geldi. Acaba onu zorladım mı? Düştüğünde çok mu tepki gösterdim? diye kendimi yedim durdum. Durmadım “neden olmadı?” , “ne zaman olacak?”, “ben mi böyle yaptım?” diye diye kendimi yemeye devam ettim.  Oysa eşim çok daha mantıklı davranarak “eninde sonunda yürür, birkaç yıl içinde hangi ayda yürüdüğünün hiç önemi kalmayacak” diyordu. Annelik güdüsel bir şey falan deniyor ya, görünen o ki  babalar daha güdüsel yaklaşıyorlar. Nasılsa olacak diyebiliyorlar. Bu her başlıkta böyle çocuğum iştahsız diye internette günler geçiren anneler. Babalara göre ise “acıkınca yer”.  Ben kızıma yemek yedirirken bir kaşık daha yedirmek için içimi korkunç bir hırs kaplıyor.  O kaşığı yedirmek o kadar önemli oluyor ki, sanki yemezse hayatta büyümeyecek gibi öyle bir duygu kaplıyor ki içimi bu aslında anneliğin karanlık tarafı. Babası ise gerçekten tek kelime ile “acıkınca yer”den başka bir şey hissetmiyor…

Bu ben iyi bir anne miyim endişesi ile anneliğin karanlık tarafı bazen öyle birbirine giriyor ki …Bir anne mutlaka çocuğu ne isterse yapmalı, ne zaman isterse yanında olmalı, mümkünse işe gitmemeli, her ihtiyacını karşılayan tek kişi olmalı. Bu amaç için anne kendi doğru bildiklerini zorla da olsa uygulamalı.  Uykusu olmayan çocuğu düzeni, bozulmasın diye uyutmalı, tok bir bebeğin ağzına zorla püre tıkıştırmalı. Size muhtaç ve aşkla bağlı küçük bir insan ve onu mutlu edecek (yada mutlu ettiğini düşündüğünüz) her şey sizin elinizde… Müthiş bir ego tatmini.. Peki ama o zaman neden içimde bir yerlerde bir şeylerin yanlış olduğuna dair bir his var? Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak biliyorum, çocuksuz hayatımdaki gibi hiçbirşey olmayacak, değişecek, dönüşeceğim… Ama ben… Peki ya ben? Peki ya çocuğum? Onun istekleri arzuları, karakteri yok mu? O son lokmayı tükürme hakkı? Ya da uykusuz bir gün geçirme özgürlüğü?

İşte itiraf ediyorum, ben herşeyi bilemem, onun ne istediğini, nelerden mutlu olduğunu sadece tahmin edebilirim. Çocuğum yerine karar veremem, karar veremediğim gibi onun verdiği kararlardan da sürekli kendimi sorumlu, suçlu hissedemem. Geç yürümek istiyorsa, ortamda çekingenlik yapıyorsa, konuşmaktan imtina ediyorsa, daha güvenli takılmak istiyorsa bu onun seçimi değil mi? Başkasının seçiminden ben sorumlu olamam değil mi? Ah bir de beynimdeki şu endişe bölümüne ses geçirebilsem?