bebek gelişimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bebek gelişimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Babalar duygularını ifade etsin

Hep anneler anlatıyor, annelik duyguları konuşuluyor, özellikle blog dünyasında neredeyse her anne bir blog tutuyor. Bence güzel de yapıyor. Her anı değişik bir duygu hissettiren bir süreç bu annelik işi. 2 ay önceki gibi hissetmiyorum. Hele ki 2 yıl önceki gibi hiç. O zaman bu duyguları kaydetmezsem bir yerlere bu duygular üzerine konuşmazsam uçup gidecek herşey. 


Babalar her şeyi daha sakin yaşadıklarından mıdır nedir bu konu da farklılar annelerden. Duygularını yazıya yada blog sayfalarına döken ve bunu sürekli yapan baba ne kadar az. 


Geçen gün http://uzuncorap.com/ da kızını Justin Bieber konserine götürmek zorunda kalan bir babanın yazısını okudum. http://uzuncorap.com/2013/05/06/justin-acik-lise-mezunu-mu/ Çektikleri eziyeti, yaşadığı yabancılaşmayı çok tatlı bir dille anlatmış. Ama en çok sonuna bittim yazının ve ne yalan söyleyeyim ağladım gerçekten. Çünkü benim babam da benim için böyle şeyler hissediyor biliyorum ve kızım için babası da. 


"Konser bittiğinde sahnedeki koca ekranda “believe” yazıyordu.

Kızım ellerini havaya kaldırmış parmaklarıyla kalp işareti yapıyordu. Gözlerim doldu.
“Sen Justin’e değil bana inan güzel kızım” dedim içimden.
“Bana inan, ben o kalbin kırılmasın diye kalbinin altına kendi kalbimi, bedenimi, ruhumu, ömrümü, neyim varsa hepsini koyarım. Yeter ki senin o güzel kalbin kırılmasın. Bana inan."
Birinin bunu yazıya dökmüş olması çok ama çok güzel...
Hangi kız babasına böyle sarılmaz ki? 

18 Mart 2013 Pazartesi

Sağlıklı Çocuk Yetiştirmek Üzerine Temel Sorular 3

İnsan gerçekten anne olunca başka bir hale dönüşebiliyormuş. Sağlıklı çocuk yetiştirme üzerine kafa yordukça  topluma dair yaptığım gözlemler beni umutsuzluğa itiyor. Tüm annelik ekollerini geçtim. Belki hepsinin bir toplamını uyguluyorum kendimce, belki kendi yaratıcılığım ve annemden gördüklerimi harmanlıyorum. Ama bir şekilde bir çocuk yetiştiriyorum, kendimce doğru olan yöntemde. Fakat toplumla uyumunu nasıl kuracağımı bilemiyorum. Bilememem normal belki de. 7 milyara ulaşmış ve dünyadaki kaynakları büyük bir hırsla yok eden bir türün üyesi olarak belki de bu tür soruları hiç sormamalıyım. Zira cevaplarını hiç bilemeyeceğim. Kısaca "Su akar yolunu bulur" deyip, sonraki endişeye geçmeliyim belki de. Annelik eşittir endişe etmek ya..

Bu ülkede minare baz istasyonu diye bir uygulama var
Ama sormadan duramıyorum. Şimdi Türkiye'de yaşayan her birey son derece önemsiz bireyler. Bu nereden çıktı diyeceksiniz? Valla ben iliklerime kadar böyle hissediyorum. Devlet vatandaş ilişkisinde yada her türlü kurumla olan ilişki de yada  bireyler arasındaki her türlü ilişki bunu gözlemleyebiliyorum. Benim hiçbir önemim yok. Önemli olsam, depremde yıkılacak konutlar da oturmam, trafikte saatlerim geçmez, bana hormondan ne olduğu belirsizleşmiş domates pazarlanmaz,  GDO'lu yem yemiş sığırımsı satmazlar, toplu taşıma araçlarında balık istifi gibi yolculuk etmem, evimin üstüne benim itirazıma rağmen baz istasyon kurmazlar, herhangi bir resmi işimde bugün git yarın gel demezler vs. Bu örnekler o kadar çok ki, ben gerçekten önemsizim. Üstelik bu zengin yada fakir olmamla alakalı değil. Bugün Baltalimanı İstanbul'un en pahalı yerlerindendir. Ama orada bile kaldırama park etmiş arabalar yüzünden yoldan yürümek zorunda kalırsınız. Denize sıfır yalı dairesinde bile otursanız, arabadan inip evinize girerken, yoldan son sürat gelen bir otobüs sizi ön camına yapıştırabilir.   Tüm dünyada maalesef sadece önemsizler ve değersizler gecekondu mahallelerinde yada son yıllarda Türkçe'de sık kullanımı ile "varoşlar"da yaşar. O yüzden buralara herhangi bir hizmet hep geç gider. Orada insanların yaşamları sadece trajik bir sonu varsa gazetelere o da 3. sayfalarına düşer. Dev bir varoş olan İstanbul değil aslında tüm Türkiye. Hepimizde bu varoşun içinde yaşıyoruz. Varoş kelimesini aşağılama barındırıyor değil mi? Zenginlerin burun kıvırdığı alt sosyo-ekonomik düzeyden insanların yaşadığı yerler...

Sağlıklı çocuk yetiştirmek üzerine sorduğum sorulara geri dönüyorum. Türkiye varoşunda doğup büyümüş bebeğime sürekli sen önemlisin, sen akıllısın, sen özelsin derken aslında çok büyük bir hata yapmış olmuyor muyum? Herhangi bir kurumla ilişkisinde kendini sürekli önemsiz hissedecek bir bireye bu tür bir alt yükleme yanlış değil mi?



26 Şubat 2013 Salı

Sağlıklı Çocuk yetiştirmek üzerine temel sorular 2

Bir önceki yazımda kafamdaki soruların bazılarını yazmıştım. Sağlıklı tanımı ve kültür karışık bir tablo çiziyor. Peki buradan yola çıkarak devam ediyorum. Yaşadığımız ülkenin kültürü nasıl bir kültür? Bu kültüre uygun sağlıklı çocuk nasıl yetiştirilir?

Yüksek sesle konuşur gibi yazıyorum. Ülkemizde Anadolu kültürü diye bahsedilen kültürün en temel özelliği sanırım misafirperverlik. Bunun dışında iyilik, hoşgörü, büyüğe saygı, küçüğe sevgi gibi turistik başka kalıplarda dilimin ucuna geliyor. Ama günlük yaşantıma baktığımda aksine korkunç bir hoşgörüsüzlük, kabalık, sevgisizlik, hiç kimseye kendine bile değer vermeme görüyorum. Gazetelere baktığımda ise daha da korkunç bir şiddet ve kendinden güçsüz bulduğun herkesi ezme, yok etme, linç etme... Bunlar bir toplumun kültürü sayılabilir mi?
Hemen gene wikipedia'ya soruyorum. Kültür nedir? (http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BClt%C3%BCr)


"Kültür farklı anlamları olan bir terimdir.
İnsana ilişkin bir kavram olarak kültür, tarih içerisinde yaratılan bir anlam ve önem sistemidir. Bir grup insanın bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenlemede ve yapılandırmada kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre ise, kültür (ekin, eski dilde hars) kavramının tanımı şu şekildedir:
“Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü."

Yukarıdaki tanıma bakarak yaşadığım ülkenin kültürünü günlük hayatımda edindiğim tecrübelerle tanımlayacak olursam tek kelimelik bir tanım buluyorum: hoşgörüsüzlük

Sağlıklı Çocuk yetiştirmek üzerine sorduğum sorulara geri dönüyorum. O zaman bu kültür içinde sağlıklı ve mutlu olabilmesi için çocuğumu aynı şekilde tahammülsüz ve hoşgörüsüz mü yetiştirmeliyim?

Ne sarsıcı bir soru oldu bunu nasıl cevaplarım ki? Montessori, Waldorf, biri bana cevabı bulmamda yardımcı olabilir mi?



21 Şubat 2013 Perşembe

Sağlıklı çocuk yetiştirmek üzerine temel sorular

Ben de her anne gibi, sağlıklı, kendiyle barışık, dengeli bir çocuk yetiştirmek istiyorum. Bunun için okuyorum, bolca kitap yada internette çeşitli makaleler, tecrübe paylaşımları, uzman görüşleri vs. Bu hafta okuduğum iki yazı beni başka şeyler düşünmeye itti.

1.http://annelikilhami.blogspot.com/2013/02/0-3-yas-montessori-uygulamalar-semineri.html

Montessori uygulamaları üzerine bir seminere giden bir annenin notları

2.http://uzuncorap.com/2013/02/15/nisanyan-dawkins-ve-budizm/

Metin Solmaz 'dan bir değerlendirme

İlk yazıda yazıyı yazan anne eğitim sırasında kendi kendine eğitimde anlatılan uygulamaların hangilerini Montessori'den habersizken yapıp yapmadığını soruyor. Örneğin 0-6 ay arasında bebeğin etrafında aynalar olmalı diyen uygulamayı yapıp yapmadığını sorguluyor.

Montessori çok mantıklı uygulamalar öneriyor. 

İkinci yazıda ise Metin Solmaz dinlerden vs bahsederken Hindistan'da bir kasttan bahsediyor.  Cainistler diye canlı sevgisini pek önemseyen bir kastmış bu. Metin Solmaz'in aktardığına göre cainistler:


 "Geceleri bir ellerinde süpürge bir ellerinde fenerle gezerler. Bir taşa oturmaları gerekirse taşa fenerle bakıp süpürgeyle börtü böceği temizlerler. Ağızlarına bir bez parçası maskelediklerinden tanımak da kolaydır. Bu bez parçası nefes alıp verirken istemeden mahlukat yutmamak içindir."


Bu iki yazıyı kafamda birleştirince birşey fark ettim. Sağlıklı çocuk nedir? Hasta olmayan çocuk değil mi? Peki hastalık nedir ? Wikipedia'ya göre (http://tr.wikipedia.org/wiki/Hastal%C4%B1k) 


"Hastalık veya rahatsızlıkbeden veya zihinde meydana gelen, rahatsızlık, dert ve görev bozukluğuna yol açan belirli bir anormal duruma verilen isimdir. "


Bu anormallık kısmına takıldım. Kime göre ve neye göre anormal. Kültüre dayalı bir tanım değil mi? Örneğin bazılarımıza göre Cainistler anormal kabul edilebilir? Aramıza bir tanesi gelse takıntılı ve hasta olarak görülmez mi? Ağızlarında maske, ellerinde fener ve süpürge. Muhakkak bazıları böyle düşünecektir. Aynı düşünce biz Hindistan'a gittiğimizde bizim için de geçerli olabilir. Normalı ağızda maske ile dolaşmaksa biz dolaşmayanlar hastalıklı kabul edilir mi?  Peki Cainist bir bebek montessori yada waldorf ekolune göre yetiştirilebilir mi? Okuduğum kadarıyla muhakkak yetiştirilir, yetişen çocuğa gene de sağlıklı der miyiz? Ya da şöyle sorayım Cainist bebeği bu yöntemlerle yetiştirdik, kendi aklı ve tecrübesi ile maske ile gezmenin doğru olmadığını tecrübe etti ve  karar verdi. Bu durumda Cainist birey kendi kastında mutlu, dengeli bir yaşam sürebilecek mi?


Daha çok sorum var. Devam edeceğim...



Bir Cainist Rahip



2 Ocak 2013 Çarşamba

Anne Olduğunuz Zaman hep sorduğunuz soru : Ben iyi bir anne miyim?



“Annelik daimi iç sızısı” deniyor ya sürekli. Bir endişe hali hiç bitip tükenmeyen. Bilimsel çalışmalarda da endişe duymamızı sağlayan beyindeki bölüm annelerde hep aktif görünüyor. Evrimsel olarak sadece endişeli annelerin çocukları hayatta kalmış anlaşılan. Ama bazen ağır geliyor gerçekten en ufak bir şeyde bile önce endişe ediyor sonra kendimizi suçluyor, eksik buluyoruz. Babalar hiç böyle bir şey düşünmüyor. Gece yoğurt mayalamayı unutup sabaha kadar “yavrum ne yiyecek yarın” diye uyuyamayan anneler var da acaba eve geç gelirsem çocuğum beni arar mı diye soran baba neden bu kadar az? Soran varsa bile babalar yine de gidiyor, eğleniyor, geziyor, tozuyor, hobilerine gerekli zamanı ayırıyor. Çok büyük gelişimsel bir sorun yoksa çocuğun yapamadığı, o an başarısız olduğu, bir sonraki aşamaya geçemediği herhangi bir gelişimsel durumunda genelde babalar kendini suçlu bulmuyor. Oysa anneler öyle mi? Sürekli kendimizi suçluyor, eksik buluyoruz. Sürekli aynı soruyu soruyoruz: “Ben iyi bir anne miyim?”

ağaçkakan gibi kendini gagalayan bir anneyim ben
Babalar kesinlikle daha rahatlar. Çocuğun nasılsa bir süre sonra o hali atlatacağını biliyorlar gibiler. Kızım 18 aylıkken yürüdü. Bu kadar geç yürümesinin sebebi hep benmişim gibi geldi. Acaba onu zorladım mı? Düştüğünde çok mu tepki gösterdim? diye kendimi yedim durdum. Durmadım “neden olmadı?” , “ne zaman olacak?”, “ben mi böyle yaptım?” diye diye kendimi yemeye devam ettim.  Oysa eşim çok daha mantıklı davranarak “eninde sonunda yürür, birkaç yıl içinde hangi ayda yürüdüğünün hiç önemi kalmayacak” diyordu. Annelik güdüsel bir şey falan deniyor ya, görünen o ki  babalar daha güdüsel yaklaşıyorlar. Nasılsa olacak diyebiliyorlar. Bu her başlıkta böyle çocuğum iştahsız diye internette günler geçiren anneler. Babalara göre ise “acıkınca yer”.  Ben kızıma yemek yedirirken bir kaşık daha yedirmek için içimi korkunç bir hırs kaplıyor.  O kaşığı yedirmek o kadar önemli oluyor ki, sanki yemezse hayatta büyümeyecek gibi öyle bir duygu kaplıyor ki içimi bu aslında anneliğin karanlık tarafı. Babası ise gerçekten tek kelime ile “acıkınca yer”den başka bir şey hissetmiyor…

Bu ben iyi bir anne miyim endişesi ile anneliğin karanlık tarafı bazen öyle birbirine giriyor ki …Bir anne mutlaka çocuğu ne isterse yapmalı, ne zaman isterse yanında olmalı, mümkünse işe gitmemeli, her ihtiyacını karşılayan tek kişi olmalı. Bu amaç için anne kendi doğru bildiklerini zorla da olsa uygulamalı.  Uykusu olmayan çocuğu düzeni, bozulmasın diye uyutmalı, tok bir bebeğin ağzına zorla püre tıkıştırmalı. Size muhtaç ve aşkla bağlı küçük bir insan ve onu mutlu edecek (yada mutlu ettiğini düşündüğünüz) her şey sizin elinizde… Müthiş bir ego tatmini.. Peki ama o zaman neden içimde bir yerlerde bir şeylerin yanlış olduğuna dair bir his var? Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak biliyorum, çocuksuz hayatımdaki gibi hiçbirşey olmayacak, değişecek, dönüşeceğim… Ama ben… Peki ya ben? Peki ya çocuğum? Onun istekleri arzuları, karakteri yok mu? O son lokmayı tükürme hakkı? Ya da uykusuz bir gün geçirme özgürlüğü?

İşte itiraf ediyorum, ben herşeyi bilemem, onun ne istediğini, nelerden mutlu olduğunu sadece tahmin edebilirim. Çocuğum yerine karar veremem, karar veremediğim gibi onun verdiği kararlardan da sürekli kendimi sorumlu, suçlu hissedemem. Geç yürümek istiyorsa, ortamda çekingenlik yapıyorsa, konuşmaktan imtina ediyorsa, daha güvenli takılmak istiyorsa bu onun seçimi değil mi? Başkasının seçiminden ben sorumlu olamam değil mi? Ah bir de beynimdeki şu endişe bölümüne ses geçirebilsem?

11 Aralık 2012 Salı

Bebeğinizi uyutmak için Garantili 5 Strateji



Her annenin kendi doğruları vardır, uyku, yemek, oyun her konuda bir doğrumuz illaki var. Aşağıdakiler de benim doğrularım.  Ama okumaya başlamadan önce şunun altını çizmekte fayda var: Çocuğun ve annenin uygun zamanını kollayıp,  kendi kendine uyumasını sağlamak  mümkün ama bu alışkanlığın çocuğun geri kalan ömründe de süreceğinin garantisi asla ve asla yok…Bunu duymak üzücü değil mi? Hele uykusuzluk problemi yaşayan bir bebeğiniz varsa yani uykusuz anneler kulubune üyeyseniz.

Bence her bebeğin ana ihtiyacı uykudur.  Düzgünce uyuyabilen bir bebek iyi yer, iyi oynar  ve iyi büyür. Bebek gelişimi tam beklenildiği gibi olur. Bu yüzden bebeğimize uyku uyumayı öğretmemiz gerekiyor. Tıpkı kaşık çatal tutmayı, oyuncaklarıyla oynamayı öğrettiğimiz gibi. Son olarak bir şey daha belirteyim aşağıdaki yollar  ilk 3 ayı için geçerli değildir. ilk 3 ayda  her şekilde uyutmak mümkündür.  Bu dönemde düzensizlik düzendir ve bebek hiçbir alışkanlık edinmez. Nasıl rahat ediyorsa öyle uyutmak gerekir.

Eveet gelelim garanti 5 yola:


  1. Kesinlikle bir rutin oluşturun. Bunu herkes tavsiye ediyor, özellikle “Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Çözümler” kitabında belirttiği gibi Tracy Hogg ( http://www.idefix.com/kitap/bebek-bakim-sorunlarina-mucize-cozumler-tracy-hogg/tanim.asp?sid=E1SDEYCG2B2BI41NCZ2G)
Dediğim gibi bence her bebeğin ana ihtiyacı uykudur.  Düzgünce uyuyabilen bir bebek iyi yemek yer, iyi oynar  ve iyi büyür. Bebeğin tüm ihtiyaçları kapalı bir devre  şeklinde denge içindedir.  İyi yiyen bebek huzurlu olur, huzurlu bebek iyi yer, karnı tok ve huzurlu bebek kolayca uykuya dalar.  Bu yüzden bebeğin iyi gözlemlenmesi ve her ihtiyacının öngörülüp, arıza çıkartmadan, zamanında tatmin edilmesi gerekir. Bu tahmin işi de ancak bir rutin oluşturularak yapılır. Zaten siz istemeseniz de genelde bebeklerin hep aynı saatte uyunma, yemek yeme ve hatta kakalarını yapma eğilimleri vardır.  Bu eğilimleri gözlemlemek yetecektir.

  1. Kundak yapın.  Kızım 18 aylık hala özellikle gündüz uykularında kundak yapıyorum. Tabi ki bacaklarını saracak kadar sıkı bir kundak değil ama ellerini özellikle kundak içine alıyorum. Bunu zorla yapmadım hiçbir zaman. Eğer itiraz ediyorsa bırakıyorum ama etmiyorsa bu yöntem her zaman işe yarıyor. Daha küçükken daha sıkı yapıyordum ama aylar geçtikçe daha az sıkı kundak işe yarıyor. Biz sonuçta kundak ile büyüdük,  yüzyılların tecrübesi var bu kundak işinde.  Sıkı sıkı sarılı olmak muhtemelen anne karnında olma duygusunu tekrar yaşatıyor. Bu da onlara huzur veriyor.

  1. Gözlerini kapayın. Bazı anneler beni çok eleştirebilirler ama ben herhangi bir sakınca görmüyorum ve hatta herkese tavsiye ediyorum. Kızım 5 aylıkken dışarıda pusetinde çok uykulu bir şekilde gözleri açık duruyordu. Bir arkadaşım bak şimdi nasıl uyuyacak dedi ve şapkasını gözlerine indirdi. Minik kuşum anında uykuya daldı.  Çok uykusu var ama gözlerini kapamayı bilmiyor.  Onu dışarıdan izole edecek bir şeye ihtiyacı var.  Ben de eve geldiğimde bakındım ortalığa ve THY’nın bir uzun uçuşunda verdiği uyku setini buldum. İçinden genişçe bir göz maskesi çıktı. Onu kenarlarından kısaltarak kızıma maske yaptım. Halen özellikle gündüz uykularında bu maskeyi kullanıyoruz. Gece uykusunda da takıyorum bazen. O canı istemezse çıkartıyor. THY’nınkini kaybettik yerine aldığımızın da lastiği iyice yavşadı. Yani herhangi bir tehlike arz etmiyor ama ben uykuya daldığında çıkartıyorum.  Dışarıda, arabada, evde her zaman çok işe yarıyor. Karanlıkta uyumanın da yararlı olduğunu söylüyorlar. Ha bunun riski nedir? Buna bağımlı olması olabilir. Ama gerçekten çok uykusu geldiğinde maskesiz de gayet rahat uykuya dalıyor. Bezen yanımda yoksa ve dışarıdaysak gözlerinin üzerine örtülecek herhangi bir mendil parçası da aynı işe yarıyor.  Hem bağımlı olsa da kötü bir şey değil.  Erişkin insanlar da takıyorlar maskeyi.
  2. Ses çıkartın. Bebeklerin birden fazla  konuya aynı anda odaklanmaları mümkün değil.  Mesela kakasını yapan bir bebek biberon emmeyi kesecektir çünkü ikisine birden yapması mümkün değildir. Bu mantıktan hareketle her zaman uyguladığınız uyku ritüelini uygulayıp bebeği yatağına yatırdıktan sonra dikkatini dağıtmanız yeterli olacaktır. Ninni en güzel ses çıkartma yöntemi. Çünkü bebeği rahatlattığı kadar anneyi de rahatlatıyor. Şarkı söylemek güzel bir şey, hem de sesinizi sorgulamayan ve pek beğenmiş gibi duran bir minik bebeğe karşı söylemek çok daha güzel.  Ayrıca yatağın tahtasına vurabilir  ya da şiiiişt piiişt gibi sesler çıkarabilirsiniz.  Annelerimizin uyguladığı gibi bebeğin poposuna yada sırtına  pıt pıt vurarak da ses çıkartabilirsiniz. Bu şekilde temas da sağlanacağı için pek hoşlarına gidiyor.
  3. Bebeğimin uyumasına yardımcı olan uyku gözlüğü
    Arabada uyurken de çok işe yarayan uyku gözlüğü
  4.  Gece emzirmelerini kesin. Özellikle 6 aydan sonra katı gıdaya geçmeleriyle birlikte gece emzirmemeye çalışın.  Kesinlikle açlıktan ölmez.  Aksine iyi uyuyacağı için daha iyi yer. Daha çabuk büyür.  Bebeğinizin gelişimi tam da istenildiği gibi olur. Sizin olduğu gibi onunda uykuya ihtiyacı var. Emzirmeye devam ettikçe ona uykusunun bölünmesi için sürekli bir bahane vermiş oluyorsunuz.  Gündüz daha iyi yiyecektir. Uyanırsa su vermek mantıklı, bazen boğazları kurumuş oluyor. Su iyi geliyor. Zaten zamanla da su için uyanmaya değmediğine ikan oluyorlar