21 Mart 2016 Pazartesi

Sonsuz İhtimaller dünyası

Kitapların altını çizmeyeli çok uzun zaman olmuştu ama daha önsözü ile beni çarpan kitaba da rastlamayalı çok olmuş galiba. Kitabın adı: Okulsuz büyümek, Sinek Sekiz yayınları



Okulsuz büyümek iknaya zorlamayan ama kesinlikle ikan eden bir kitap

İsminden de anlaşılacağı üzere 2 çocuğunu okula göndermeden büyüten bir çiftin ebeveynlik öyküsü. Doğruyu yaptığına dair bir ikna çabası olmayan, doğa işe bağ kurmak ve yaşarken öğrenmek gibi şajane kavramlardan bahseden bir kitap. Önsözündeki şu cümle beni çarpan:

"Çünkü biliyorum ki benim çocuklarım koca bir dünyada sonsuz ihtimalleri kovalamak yerine nerede olurlarsa olsunlar ellerinin altındaki dünyada doyuma ulaşabilecekler"

Sonsuz ihtimaller dünyasını yaşıyoruz. Çocuklarımızın erişebilecekleri ne kadar çok olanak var. Daha fazlasına erişmeleri için anne baba olarak ne kadar da fazla özveride bulunuyoruz. Sevmediğimiz şehirlerde, sevmediğimiz işlerde, sevmediğimiz insanlarla yaşıyoruz. Hepsi daha fazla imkanı olan çocuklar yetiştirmek için. Hep kendi çocukluğumuzla kıyaslıyoruz, bizim imkanlarımız daha azdı, onların şunları da olsun bunlarıda diye diye...Ben kasetlerle büyüdüm, benim gibiler gibi kasetleri atamıyorum. Son taşınmamızda kasetlerin olduğu kutuyu taşıyan arkadaşım bana kızmıştı, "Bunların hepsi küçük bir USB'ye sığabiliyor biliyorsun değil mi ? " diye. Kızım şu anda bir masaüstü bilgisayarında dünyada bugüne kadar kaydedilmiş tüm şarkıları saklayabilir. İnternette zaten erişimi var biliyorum ama somutlaştırmak için söylüyorum. Bu sonsuzluk kadar büyük arşivde hangi şarkıları dinleyecek? Hangisinden hoşalancağını nasıl bilecek? Kızımın sonsuz şarkılar içinde ne seveceğini bilemeden oradan oraya savrulması yerine, gerçekten bağ kurduğu çok daha az sayıda şarkı ile daha mutlu olacağını düşünüyorum. Bunu nasıl sağlarım ? Bu konuda düşüneceğim. Önerilere de açığım :)






12 Şubat 2016 Cuma

Sevgili Türk Annesinin Blog yazarken gelir elde edebilirsin :)

İnternette annelerle ilgili bir sürü komik paylaşım bulunuyor. Herhalde şu Türk ve Alman annelerini karşılaştıran yazıyı herkes okumuştur.  Bir de buradaki paylaşım var ki aslında çoğu husus doğru olsa da içinde cinsiyetçi yaklaşımlar da var.

Cinsiyetçiliğine çok takılmadan bu blog işiyle ilgili yeni keşfimi anlatmak istiyorum. Çünkü bu madde ( "Ve tabii ki ilk işi bir anne blog’u açmaktır.") çevremde çok rastladığım bir durum.  Benim çevremde çok sayıda eğitimli, çalışkan anne bebek doğar doğmaz hemen bir blog sayfası ediniyor. Çoğunun motivasyonu çocuğum büyüdüğünde okusun ya da ikinci bir çocuk yaparsam burada yazıklarımdan faydalanırım gibi düşünceler.

Sevgili anneler hem gönlünüzce blog yazıp hem de para kazanabilirsiniz. Buna internet yayıncılığı deniyor. Amerika, İngiltere, Avrupa'da çok popüler bir meslek. Internet Yayıncılığı, web üzerinden içerik üreterek gelir elde edebileceğiniz bir iş modeli. Sermaye gerektirmez. Bir bilgisayar ve internet bağlantısı yeterlidir. Blog kurarken kullandığınız hazır siteler kullanılarak yapılabilecek bir iştir. Gelişkin yazılım bilgisi veya teknik bilgi gerektirmez. Tam veya yarı zamanlı yürütülebilen esnek bir iştir. Yeterki yazdığınız özgün olsun,  Yeterki çalışkan ve sabırlı olun.

Çeşitli yöntemleri var. Sadece blog yazıp verdiğiniz linklerle gelen tıklama, eylem yada satış tepkileri üzerinden komisyon kazanabilirsiniz. Buna internet yayıncılığı deniyor. Tabi çok fazla yöntemi ve detayı var. Bu işin detayını öğrenmek için kurs almak gerekir. İnternette çeşitli eğitimler var. Ama sadece bu işe odaklanmış bir kurum var: Yayıncı Akademisi. Daha önce Ankara'daki eğitimlerine katılmıştım. Pek çok konuda önümü açtılar. Yakınlarda Bahçeşehir Üniversitesi ile  bir eğitim verecekler. Aşağıdaki başlık onların sayfasından kopyalanmış bir başlık.

"Program Size Ne Kazandıracak?

İnternet Yayıncılığı Temel Düzey Eğitim Programı’na katılarak;


  • İnternet yayıncılığı hakkında güncel bilgilere sahip olarak kendi sitenizi açabileceksiniz.
  • Güncel ve özgün içerik yaratmanın önemi konularında bilgi edinecek;
  • Ürettiğiniz içeriğin daha çok kişiye ulaşması için yapılabilecekler hakkında fikir sahibi olacaksınız.
  • İnternet yayıncılığından nasıl gelir elde edildiği ve
  • Yayıncılık türleri hakkında bilgilenecek…

Program bitiminde; kendinize uygun internet yayıncılığı modelini belirleyerek yayıncılığa ilk adımınızı atmış olacaksınız. "

http://yayinciakademisi.com.tr/yayinci-ol/
http://yayinciakademisi.com.tr/yayinci-ol/






15 Aralık 2014 Pazartesi

Nasıl Anlatmalı?


Kızım büyüyor, akıllanıyor, kavramaya başlıyor. Ona neyi nasıl anlatmam gerektiğini, o küçük dünyasında nasıl bir düşünce zinciri oluşturmak gerekiyor? Her anne gibi ben de bilemiyorum. Ölümü, açlığı, insanlığın içinde bulunduğu acıları ona nasıl anlatabilirim? Psikologlara göre net bir şekilde çarpıtmadan, taraf olmadan. Örneğin bu dünyadaki eşitsizlikler 3,5 yaşındaki bir çocuğa nasıl anlatılmalı?

Lütfiye Kösten - Açlık
İnternette gezinti yaparken ressamların sayfalarına bakmaya bayılıyorum. Çok yetenekli genç arkadaşların yaptıkları harika resimler var. Bunlardan biri http://lutfiyekosten.com/
Onun sayfasını gezerken yukarıdaki resimi çok beğendim. Ekranda açık kalmış. Kızım gördü. "Bu çocuklara ne olmuş anne" dedi. "Açlar" dedim. "Neden" dedi? "Bizim kadar şanslı değillermiş" dedim. "Biz neden şanslıyız?" dedi. "Yemeğin daha bol olduğu bir ailede doğduğumuz için" dedim.
Sonra anlatmaya başladım  "Aslında dünyada herkesi besleyecek kadar yemek var. Ama birileri daha fazla yemek istediği için diğerleri aç kalıyor. Büyükler de küçük çocuklar gibi paylaşmayı bilmiyor. Artık çok büyüdükleri için onlara öğretecek kimse de yok. Bu yüzden sen daha çocukken paylaşmayı öğrenirsen ve başkalarına da öğretebilirsen, kim bilir belki sen büyüdüğünde hiç aç çocuk kalmaz"

Anladı mı? Sanmıyorum, ama resimdeki çocukların hele ki sağdakinin ifadesi kızımın kalbinde bir parça olsun yer ettiyse, bir şeyleri değiştirebileceğine dair benim cümlelerim minik zihninde ufacık fikir doğurduysa kim bilir belki de gerçekten kızım büyüdüğünde çocuklar aç kalmaz. Çok mu fazla yük bindiriyorum minik kızıma? Benim yapamadığımı o yapabilir mi?





28 Mayıs 2014 Çarşamba

Öğrenmek

Kızım o kadar hızlı öğreniyor ki, bu mekanizmanın nasıl çalıştığını çok merak ediyorum. Dili kullanışı, yap-boz yapışı, bisiklete binişi... Her şey muhteşem. "Sessizce" kelimesinin karşıtının "Gürültüce" olması ne kadar mantıklı değil mi?  Bunu kendi keşfediyor. Kızımın diğer çocuklardan farklı olduğunu hiç ama hiç sanmıyorum. Gayet standart bir çocuk. Çocuk gelişim kitaplarına baktığımda yaş aralığına uygun davranıyor. Bu gelişimine katkıyı ben yada babası ne kadar yapıyoruz? Çok fazla olduğunu sanmıyorum. Televizyonu da çok kontrollu seyrediyor. Günde 1 saati geçmiyor. Ama bir şekilde öğreniyor. Bu öğrenme hızı beni büyülüyor gerçekten. Mesela durup dururken birden resimlerinde yuvarlak yapıp, insan resmediyor. Ya da birgün önce yapmasına imkan yok dediğim yap-bozu şak diye tamamlıyor. Sadece dil becerisi yada motor gelişiminden bahsetmiyorum. Sosyal ve duygusal olarak da gün be gün kocaman adımlar atıyor. Bir gün bakıyorum arkadaşına yardım ediveriyor, yada bir kedi yavrusuna merhamet duyuyor.

Kızım doğmadan önce hep korktuğum birşey vardı. Ya kızım merhametsiz, empatiden yoksun küçük bir cadı olursa ne yaparım diye endişelenirdim.  Şimdi düşünüyorum da ne gereksiz endişelermiş. Herşeyi vakti geldiğinde öğreniyor zaten. Sadece kenara çekilip seyretmek yeterliymiş.



Picasso'ya göre küçük bir kız

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Bütün sevdiklerimi daha çok sevmiş olduğum bir yer : Kızımla Gezi Parkı...

Ağaçlar kesilmesin diye başlayan, sonrasında çok başkalaşan Gezi direnişi çoğumuz gibi bizi de derinden etkiledi. Hayata bakışımız, duruşumuz değişti. 28 Mayıs'taki insanlar değiliz artık. En azından gaza talcidli sütün iyi geldiğini biliyoruz :)

Kızımın Gezi parkında zaman geçirecek kadar büyümüş olmasını isterdim. Paylaşmayı, sevmeyi, kenetlenmeyi öğrenebilmesi  için. Empati kurmayı, haksızlığa karşı dik durabilmeyi öğrenebilmesi için. Sorunlara akılcı çözümler bulabilmeyi, yaralayıp incitmeyen mizah yapmayı öğrenebilmesi için. Başkalarıyla birlikte mücadele ederken, başkalarını ötekileştirmeden dinlemeyi öğrenebilmesi  için. Sinirlerine hakim olmayı, sınırların dayatılmasına isyan etmeyi öğrenebilmesi için. Gücünün farkına varabilmesi için ve en önemlisi insanın dedikleri gibi kötü değil de iyi bir varlık olduğunu anlayabilmesi için.

Kızım daha 2 yaşında, parkta sadece kaydırakların yerini biliyor, bir de değişik günlerden geçtiğimizi. 30 Mayıs'tan beri değişik zamanlarda parka, Taksim Meydanına, forumlara gittik. Çok kereler kalabalık içinde kaldık. Sloganlar atan kalabalık, şükürle olsun ki hiç gaza maruz kalmadık ama az daha kalıyorduk. Cumartesi akşam polis saldırısından 40 dakika önce parktaydık. Çocuk atölyesi vardı. İçimden ay ne güzel kızım biraz daha büyük olsa da bu çocuklarla burada oynayabilse diye geçirmiştim. Pusetle dolanmak zor geldiği için metro ile eve dönmüştük. O kadar çoluk çocuk, yaşlı varken o müdahaleyi yapanlar, sizi kime havale edeyim?  Adalet er yada geç sağlanacak.

"Bütün sevdiklerimi daha çok sevmiş olduğum bir yerdir." demişti bir yazısında Emek sineması için Yıldırım Türker. Benim Gezi direnişi için duygularıma tercüman olmuş, o parkta yaşananlar benim sevdiklerimi daha çok sevmeme neden oldu. Daha da çok sevmeme neden olacakmış gibi görünüyor. Umarım bu güzellikler kızımın ruhuna da geçer.

Gelelim parkın fiziki haline. Büyükşehir Belediyesi günlerce uğraşarak parkı güya temizledi, düzenledi, kullanıma açtı. Aşağıdaki fotoğraflar 14 Temmuz yani parkın açıldığı günden bir hafta sonra. Oyun parkında korkuluklar kırık, oradan düşen çocuk 2 metreden yere çakılabilir. Çok ciddi yaralanabilir. Tahteravalli yerinden çıkmış, birinin ayağına bacağına düşse hayal bile etmek istemiyorum sonuçlarını. Diğer oyuncakların da muhtelif yerleri kırılmış. Bir hafta içinde nasıl bu hale gelebilir bir oyun parkı? Nasıl bu kadar uyduruk yapılabilir? Nasıl korkuluk monte etmişler? Bir çocuk yaralanırsa sorumlusu kim olacak?  Beyaz masaya bildirdik telefonla. Umarım en kısa sürede tamir edilir.

Kırık kaydırak korkuluğu

Yarısı kırılmış oyuncak motorsiklet

Yan dönmüş tahteravalli oturağı

Ağır tahteravalli somunlarından çıkmış ve yan duruyor

19 Haziran 2013 Çarşamba

Anneliğin karanlık tarafı


Bazen onu o kadar çok seviyorum ki, içimden sanki dışarı uçuşan ılık birşeyler var. İçimdeki kelebekler  ona doğru uçuyorlar. Bu son zamanlarda iyice arttı. Düpedüz sevgi bu. Evet kızımı acayip bir yoğunlukla seviyorum.

Hemen itiraflara geçeyim ne yalan söyleyeyim. Böyle değildi. İlk doğduğunda, ilk ayında, belki ilk yılında bile böyle değildi. Ama şimdi ben kapıdan girince yüzünde güller açan, sarılıp bana, saçlarımı seven küçük kızı gördükçe onu öpmek, öpmek, öpmek istiyorum. 


Bir yerlerde okumuştum : "Bali’de bir inanışa göre seyahat ettiğimiz zaman ruhumuz bedenimize yetişemiyor, arkamızdan kendi vaktinde geliyor." Annelik yolculuğa çok benziyor. Aynı şekilde fiziksel olarak anne olsanız da ruh arkadan kendi vaktinde geliyor. Canı nasıl isterse...

Birini bu kadar sevmek çok korkutucu aslında. "Ya onu kaybedersem" fikri ve "ya onu bu sevgide boğarsam"" fikri.  Her iki fikirde insanı delirtebilir. Çok yakın bir arkadaşım kızına bir şey olacağı fikrini o kadar saplantı yaptı ki psikiyatri tedavisi görüyor.  Çevremizde sevgiden boğulmuş bireyler görüyoruz. Annesinin yoğun sevgisinden ergenliği geçememiş öyle çok erkek var ki mesela çevremde. Onun hakkında verdiğim tüm kararlarla ( ne yiyecek?, en giyecek?, ne okuyacak?, hangi oyuncakla oynayacak? hangi okula gidecek? vs)  o sevgiyle birlikte vereceğim her karar aslında onu sıkıştıracak. En nihayetinde her çocuğun ergenliğinde yaşanan şeyler yaşanacak, benden uzak duracak, beni belki sevmeyecek. Benimle vakit geçirmek yerine arkadaşlarıyla olmayı tercih edecek. Kendini muhakkak hayatının bir anında benim sevgimle, onun için iyiyi bilir hallerimle sarmalanmış, kuşatılmış, boğulmuş hissedecek.

Ama korkunun ecele faydası yok değil mi? Onu daha daha daha çok sevmeye devam edeceğim. Ruhum biraz daha bedenimden ayrı hareket edecek.  Belki fark yaratacak şey karanlık tarafın farkında olmaktır.
Anneliğin karanlık yüzü yoğun sevgiyle gelenler olabilir mi? 



15 Mayıs 2013 Çarşamba

Babalar duygularını ifade etsin

Hep anneler anlatıyor, annelik duyguları konuşuluyor, özellikle blog dünyasında neredeyse her anne bir blog tutuyor. Bence güzel de yapıyor. Her anı değişik bir duygu hissettiren bir süreç bu annelik işi. 2 ay önceki gibi hissetmiyorum. Hele ki 2 yıl önceki gibi hiç. O zaman bu duyguları kaydetmezsem bir yerlere bu duygular üzerine konuşmazsam uçup gidecek herşey. 


Babalar her şeyi daha sakin yaşadıklarından mıdır nedir bu konu da farklılar annelerden. Duygularını yazıya yada blog sayfalarına döken ve bunu sürekli yapan baba ne kadar az. 


Geçen gün http://uzuncorap.com/ da kızını Justin Bieber konserine götürmek zorunda kalan bir babanın yazısını okudum. http://uzuncorap.com/2013/05/06/justin-acik-lise-mezunu-mu/ Çektikleri eziyeti, yaşadığı yabancılaşmayı çok tatlı bir dille anlatmış. Ama en çok sonuna bittim yazının ve ne yalan söyleyeyim ağladım gerçekten. Çünkü benim babam da benim için böyle şeyler hissediyor biliyorum ve kızım için babası da. 


"Konser bittiğinde sahnedeki koca ekranda “believe” yazıyordu.

Kızım ellerini havaya kaldırmış parmaklarıyla kalp işareti yapıyordu. Gözlerim doldu.
“Sen Justin’e değil bana inan güzel kızım” dedim içimden.
“Bana inan, ben o kalbin kırılmasın diye kalbinin altına kendi kalbimi, bedenimi, ruhumu, ömrümü, neyim varsa hepsini koyarım. Yeter ki senin o güzel kalbin kırılmasın. Bana inan."
Birinin bunu yazıya dökmüş olması çok ama çok güzel...
Hangi kız babasına böyle sarılmaz ki?